24 Mayıs 2022 Salı

GÖK SULTAN




Güzel ülkemin insanlarının ağzından düşürmediği ama her ağzını açtığında ise bilgisizliğin buram buram hissedildiği 3 konu vardır. Tarih, din ve siyaset...

 

Ülkemizin çocuklarında, gençlerinde ve yetişkinlerinde bu üç konunun işleyişi ve öğretilişi maalesef içler acısı durumda...

 

Aslında bu içler acısı durumun tek suçlusu biziz, evet biz. Sorgulamayan, gözlemlemeyen, düşünmeyen biz ve hala bu alışkanlığı sürdürmek isteyen siz ve sizler...

 

Bizler sorgulamadık, sorgulamadık ki tarihi anlatmak kendini aydın zanneden şizofrenlere kaldı. Bizler sorgulamadık ki tarih anlatmak kendi geçmişine düşman bir yığına, ağzından salyalar akıtan ruhu düzüklere kaldı.

 

Son zamanlarda gördüğüm ve anlamlandıramadığım birkaç konu bu yazıyı yazmama vesile oldu.

 

Cennet Mekân Sultan Abdülhamid Han bir dönemin en stratejist aklı, yıldız istihbaratın en gizemli adamı, zeki, inançlı ama bir o kadar da yorgun bir kahraman doğrusu ile yanlışı ile bu memleket için mücadele etmiş saygı ve sevgiyi hak eden koca gök sultan, tarihimizin altın sayfalarında her biri birer kıymet olan atalar dergâhında bulunan her şahsiyete karşı beslediğimiz hissiyat gibi Ulu Hakan'a da sevgi, saygı ve hürmetlerimizi sunmak istiyoruz. Ama nedendir ki bazı tarihin cahili cühelâları bu konudan rahatsızlık duyuyor, azı dişlerini gösterip rahatsızlıklarını sergiliyorlar.

 

Rahatsızlığınızın sebebi nedir? Abdülhamid Han kimdir? Abdülhamid Han Osmanlı Devletinin en zor zamanlarında Devlet-i Ebed Müddet düsturu ile devleti 33 yıl ayakta tutandır, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini oluşturan ekonomi ve kalkınma projelerinin yegâne sahibidir.

 

Abdülhamid Handır ki eğitimcidir. Kurmuş olduğu eğitim kurumları ile bunu göstermiştir. Yukarıda az önce saymış olduğumuz tarih, din ve siyasetin en büyük dehasıdır.

 

O Sultan ki tarihi hepimizden iyi bilendir. Unutmamıştır devletin kuruluğu o mukaddes tarihi, unutmamıştır Ertuğrul Gazi'yi, Şeyh Edebali'yi ve unutmamıştır Söğüt'ü ve Söğüt'ün yiğit alpleri ve canını emanet etmiştir o yiğit alplere...

 

O Sultan ki sahipsiz bırakmamıştır İslam coğrafyasını, mazlumun karşısında eren zalimin karşısında alp olmuştur. İslam bayrağının o mukaddes gölgesinde tek yumruk olup inmek istemiştir. Hainin, zalimin, siyonistin tepesine...

 

Bir siyaset dehasıdır Abdülhamid Han, Almanı, İngiliz’i kimi bilmem ne gavur elleri gelip hayran olmuşlardır bu keskin zekaya ve o Sultan hep galip gelmiştir bu oynanan küresel satranç oyununda...

 

Şimdi gelelim bizim çocuklara hani tarih öğrendik diye etrafta dolaşan şu kendini aydın zanneden dalkavuklara...

 

Dünyanın en büyük ekonomik güçleri, büyük sermaye sahipleri, hanedanlar, kapitalizmin baş aktörleri hepsi bu ülkeye birşeyler dayattı ve belli konularda da başarılı oldular. En başarılı oldukları konu ise bizi biz yapan şanlı tarihimizi ikiye böldüler, tarihi kişileştirdiler, sen şu kahramanı sende şu adamı seveceksin dediler ve bizde dediklerini harfiyen yerine getirdik.

 

Günümüzde Cennet Mekan Sultan Abdülhamid Han içinde aynı senaryo oynanıyor. Onun bu memlekete bıraktığı her eseri görmezden gelenler ona Kızıl Sultan, İstibdatçı diye laflar söylüyor ve acziyetlerini dile getiriyorlar.

 

Türkiye'yi tek lokmada yutmaya çalışan kirli zihniyetin planı, tarihi keskin bir kılıçla ikiye bölmek bizi biz yapan ecdadımızı ve atalarımızın arasında üstünlük kavgası çıkartmaya çalışanlar ve maalesef bunun pesinde sürüklenen nice gençlerimiz ve yetişkinlerimiz...

 

Bu insanlara sormak istiyorum siz kimsiniz arkadaş nedir bu rahatsızlık, sizin tarihle ne alıp veremediğiniz var yoksa bu yaptığınız hadsizlik geçmişin intikamımı Yıldız Teşkilatı çok mu kovaladı yoksa sizin atalarınızı Payitaht da, yoksa siz Çırağan Sarayını basan ve kafası Yedi Sekiz Hasan Paşa tarafından paramparça edilen hain Ali Suavi'nin torunları mısınız ? Yoksa Tuna Nehrinin kıyılarında, Plevne de Gazi Osman Paşa'nın geçit vermediği işgalcilerin artıkları mısınız?

Kimsiniz siz? Aydın olmanın parolası ecdada küfretmek mi?

 

Kendinize gelin beyler! Söğütte devlet kuranda bizdik, Çanakkale' de Abdülhamid'in tabyalarında şehit düşende bizdik ve Kurtuluş Mücadelesinde Gazi Paşanın emri ile Ya İstiklal ! Ya Ölüm ! diyerek düşmanı bozguna uğratanda bizdik...

 

Hatalar elbette oldu kimse ismet sıfatına sahip değil kimse hatasız bir kul değil ama biraz tarihi araştırmak gözlemlemek lazım Abdülhamid döneminde toprak kayıpları oldu mu Meşrutiyetin ilk yıllarında tabii ki kayıplarımız oldu. Padişahın ilân etmek zorunda kaldığı Meşrutiyetin ilk döneminde Ahmed Mithat denilen kişilerin hataları ve onun kontrolünde olan meclisin kararları ile yapılan yanlışlıklar tabii ki de oldu.

 

Saltanatın ilk yıllarında Padişahın tek başına karar alamadığı Meşrutiyetin etkili olduğu yıllarda kayıplarımız oldu mu oldu. Tabii de toprak kaybetmedik diyemeyiz ama Abdülhamid Hanın saltanatının ilerleyen dönemlerinde bu memleket için yaptıklarını da elimizin tersi ile itemeyiz, görmezlikten gelemeyiz.

 

    Baskı, sansür ve zulümden bahsedenler, bu dönemde de kahrolsun istimdat diyenler Abdülhamid dönemini anlamadan  ezbere konuşan bir yığından ibarettir. Dönemin şartlarında Gök Sultanın gerçekleştirmiş olduğu çalışmalar güvenlik adına yapılmış olan ve o dönemde şart olan önlem niteliğindeki faaliyetlerdir. 


    Nizamettin Nazif  Tepedenlioğlu'nun İlan-ı Hürriyet ve Sultan II. Adbülhamid Han  Hatıraları eserinde Mustafa Kemal Atatürk ile arasında geçen şu diyaloglara yer vermiştir.  Abdülhamid Han'a yönelik ağır eleştirileri kaleme alan Tepedenlioğlu'ya karşı Atatürk şu ifadeleri kullanmıştır. 

    Hürriyetin ilan edildiği zaman küçük bir çocuk olman lazım. Fakat tebrik ederim o dönemi o günleri iyi canlandırıyorsun. Yalnız Abdülhamid'i sevmediğin belli Abdülhamid'i sevmeyebilirsin ama sakın hatırasına hakaret edeyim deme senin neslin daha temkinli karar vermeye alışmalı. 

    Bak çocuk! Tecrübe göstermiştir ki toprakları üstünde yaşayan insanlarının çoğunun ahvali meşkuk ve hudutları yalnız düşmanlarla çevrili bir büyük devlette Abdülhamid'in idare tarzı azami müsamahadır. Hele ki bu idare on dokuzuncu yüzyılın son yıllarında tatbik edilmiş olursa...

    Bu diyalogdan anlaşılmaktadır ki Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Abdülhamid Han'ın idare tarzının dönemin en müsamahalı ve hoşgörülü bir idare tarzı idi diyor

 

 Her şeyi bi kenara bırakarak sormak istiyorum, Abdülhamid Han sonrası peki ne oldu. Osmanlı hasta adam idi ama peki hasta adam Abdülhamid Han sonrası iyileşti mi yoksa hasta adamın tabutumu kalktı. Sormak istiyorum Abdülhamid Hanın arkasından yanlış yaptık diye gözyaşı dökenler yok muydu, yanlış yaptık Abdülhamid Hanı anlayamadık diyenler yok muydu?

 

Rıza Tevfik neden II. Abdülhamid Han'a yönelik pişmanlığını dile getirdiği Abdülhamid Han'ın ruhaniyetinden istimdat şiirini yazdı. 

 

Sonuç olarak hataları ve doğruları ile II. Abdülhamid bizimdir saygı ve sevgiyi hak eder nasıl Ertuğrul Gazi de bizim ise Abdülhamid de, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'te bizimdir. Hatta Abdülhamid Han'a karşı olan İttihat Terakkinin bedel ödemiş vatan evlatları da bizimdir.

Şimdi bu satırları okuyan herkes elini vicdanına koyup kendine sorsun bizim kim olduğumuz belli, peki tarihi şahsiyetlerimiz arasında üstünlük kavgası çıkarmak isteyen o, şu, bu ve onlar kim...

9 Mayıs 2022 Pazartesi

MEHDİ İÇİMİZDEKİ TEMBELLİK, TÜRK İSE BEKLENEN


Bir kurtarıcı mı beklemek gerek,  hazırcılık denilen illet ile yoğrulup yan gelip yatmak mı? Yoksa çalışmanın verdiği hissiyat ile yanmak mı?

 

Üstadın dediği gibi Devler gibi eser vermek için karıncalardan ilham alıp çalışmak gerekmez mi?  Kendi nefsimize uyup kendi ateşimize odun taşımak nasıl bir gafilliktir. Hedefsiz yürüyen nesil ile nasıl ulaşabiliriz kutlu mefkûreye,

 

Ham gelip Atalar dergâhında pişme niyeti kayboldu. Algılarla yönetilir oldu genç beyinler... Okumayan, araştırmayan ve duyduğuna inanan bir yığına sahip olmak istemiyoruz. 

 

Mücadeleci bir ruh gerekiyor ve her şeyden önce o ruhu şekillendirecek bir hedef, bir hareket noktası, bir istikamet, kutlu bir düş gerekiyor. Düşlerde Kızılelma'mız ama ulaşmak için bir çaba sarf ediyor muyuz?

 

Nedir Kızılelma ???

 

Zalimin kalbindeki korku, mazlumun yüreğindeki ümittir. Yeryüzünde inançla yaşama ve yaşatma davasıdır. Kızılelma düşsen bile tekrar ayağa kalmak, sendelesen bile yeniden yürümek, hatta ölsen bile dirilmektir.

 

Öncesinde anlattığımız gibi şeytanın insanoğlunu kandırdığı ilk yere en temiz ve saf halimize Allah’ın emirlerinin ilkine gelmektir Kızılelma

 

Hayalperest diyorlar bize, ulaşamazsınız diyorlar bir gün tek çatı altında kutlu sancak ile var olmayı özlüyoruz. Ama kimse bu düşe inanmıyor. Aslında bu duygu ve düşüncelere sahip olanlarında haklı sebepleri ve anlatıları mevcuttur.

 

 Haksız değiller Türk ve İslam dünyası eskisi kadar olmasa da hala belirli parçalarını birleştirebilmiş değil gidilecek çok yol halledilecek çok mesele var ekonomik güç, dilde fikirde birlik ve her şeyden önce mefkûre ve amaçta birlik gerek kardeşlikten öte geçmiş ile bağları koparmamak gerek, tarih bizi çağırıyor istesekte istemesekte gönül coğrafyamızda gözü yaşlı balalar, yüreği dağlı analar Türk sen özlenen ve beklenensin diyor.

 

Şairin dediği gibi

 

Bir Türk'ün gönlünde dağ varsa Balkan'dır, nehir varsa Tuna'dır.

 

Gönül coğrafyamızda geçmiş ile bağını koparmayıp, kökü mazide birer âti olan, milli şuurunu her daim uyanık tutan Türk beklenendir!

 

Büyük bir sorumluluğumuz var dünya mazlumları bizi bekliyor iken bizim gençliğimiz koşmak yerine yürüyor yürümek yerine bazen de emekliyor. Uçmak gerekiyor beyler uçmak gerekiyor.

 

Tarihin altın çağlarında Türk dediklerinde yalın kılıç yiğitler atlarını kanat edip bozkırı bir uçtan bir uca gezerlerdi. Ecdadın izinden gitmesi gereken gençlik Z diye isimlendirilip boş modernleştirilme ile köleleştirilemez.

           

Sadece günümüzün gençliği değil yetişkinlerde örnek olup yol gösterici olmuyor. Günümüzün çocuklarının eline kitap vermek var iken onların eline telefonlar verilip başlardan savılıyor aklı sıra çocuklar oyalansın diye ebeveynler kafa dinliyor. Sonra algılarla, stratejik mühendisliklerle yapılandırılan birçok internet uygulaması çocuklarımızı esir alıyor.

 

Peki sormak gerek büyüğü ile küçüğü ile tembellik zihinleri esir almış iken çalışmayan bir güruhu kim kurtaracak, coğrafyamızda mazlumlara üzülürken sadece onlarla birlikte ağlayacak mıyız yoksa kurtarıcı biz mi olacağız?

 

Oturup ahir zamanın habercisi kıyameti mi bekleyeceğiz yoksa Mehdi mi gelip bizi kurtarıp birleştirecek? Ebabiller mi gelip zalimlerin başını taşlayacak?

 

Böyle bir rahatlık ve beklenti olamaz.

Okuduğum bir kitapta yazar en içten şekilde anlatmış idi bu beyhude bekleyiş ve tembelliği.

 Satırlarda geçen cümleler aynen şu şekilde idi.

“Mehdi bizim tembelliğimizin adıdır. Mehdi elbette gelecektir. Ama Mehdi’yi beklemek değildir bizim meselemiz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) Mehdi’yi bekleyin demedi. Sadece geleceğini söyledi. O Mehdi gelene kadar aslında hepimiz zamanın ve yaşadığımız mekânın Mehdi’si olmalıyız.

 

 Günümüzün sahte Mehdileri gibi değil tabi ki, kendine ilahi emir geldiğini düşünen kendini sağda solda Mehdi ilan eden şaklabanlara da ihtiyacımız yoktur.

Niyetimiz bellidir. Kutlu Mefkûre yolunda Allah’ın buyrukları doğrultusunda şaşmamak büyüklenmemek, bulutların üzerinde yürümemek gerekir. Dikleşmeden dim dik durabilmektir mesele, mazluma karşı boynu eğik ama zalime karşı dili, yüreği ve tüm benliği ile dik durabilmektir.

Şimdi sen ebabilleri beklersin, gelsinler de şu zalimlerinin başlarına taş atsın diye umut edersin peki hiç düşündük mü? Ebabiller gelse bir avuç zalime mi yoksa onlara dur demeyen dilsiz şeytan olan kişilere mi o taşları atar?

Bu sorunun cevabı bellidir bizler hem kendimizi hem de gelecek nesli donanımlı bir şekilde geliştirmezsek taşlar bizim üstümüze yağacaktır. Ayrıca ebabil kuşlarına gerek kalmadan bilgisizliğin taşlarını birbirimize atmaktan geri durmayacağızdır.

Silahların değil artık donanımlı fikirlerin savaştığı 21. Yüzyılın dünyasında gençliğin en büyük Kızılelma’sı, en büyük hareket noktası İLİM’dir. Bilgi berekettir. Bu bereketin varlığını hissederek kendi tarihinden kopmayıp adım adım yürüyen bir nesil geleceğin en büyük mimarı olacaktır.