17 Ekim 2015 Cumartesi

RUSYA YANLIŞ HAMLE YAPAMAZ

Ortadoğu şu son aylarda oldukça hareketli Suriye'deki iç savaş,DAİŞ,mülteci hareketleri ve en son olarak Rusya federasyonunda çıkan yurtdışına asker gönderme kararının çıkması ile Rusya'nın Özgür Suriye Ordu'suna hava harekatları başlatması en son gelişen olaylar olarak söyleyebiliriz.
 Öncelikle Rusya'nın bu tavrı başta Türkiye,ABD ve bazı ülkeler olmak üzere Esadsız çözüm isteyenlerin tepkisine neden oldu ekonomik düzeni ve politik ilişkilere göz attığımızda Rusya ve Türkiye'nin son yıllarda gerek enerji gerek ise ticari olarak büyük anlaşmaların yapılmaya çalışıldığını görüyoruz Akkuyu Nükleer Santralinde ortaklaşa çalışılması,Türk Akımı projesi bunlardan bazıları tabiki iki ülke arasında farklı bakış açıları bulunmakta bunun en güzel örneği ise Suriye meselesi malum Rusya Esadlı bir çözüm arar iken Türkiye ise Esadsız bir çözümü öneriyor her ne kadar siyasi ziyaretlerde gerek Başbakan'ların ve Devlet Başkan'larının görüşmelerinde Suriye meselesini açan ve çözüme kavuşturmayı amaçlayan Türkiye'de olsa Rusyanın Suriye konusunda ısrarını devam ettirdiğini ve bazı noktalarda Türkiye'yi ciddiye almadığını görüyoruz. Böyle bir tavır tabiki uzun vadede sürecek bir tavır değil çünkü her iki ülkenin de birbirinden kopması çok zor çünkü Rusya'nın doğal gaz konusunda Almanya'dan sonra ki en büyük müşterisi Türkiye ,bununla birlikte enerji konusunda Türkiye'nin Avrupa ülkelerine enerji aktarmakta ki köprü konumuda unutulmamalı Rusya'nın da hesap hatası yapıp Türkiye gibi bir müşteriyi kaybetmesi zaten Ukranya krizinden dolayı ve kendisine karşı tavır takınan ABD ve Avrupa ülkelerinin de ekmeğine hem yağ çalacak ve son zamanlarda da negatif büyüme gösteren ekonomisine ise zarar verecektir.

Türkiye ise enerji konusunda şuanda kendisini yenileyen ve farklı projelere adım atmaya çalışan bir ülke eğer ki iki ülkenin birbirilerine karşı soğuk tavırları devam ederse Akkuyu projesinin yavaş ilerlemesine de neden olabilir bu da tabiki her iki ülkeninde istemeyeceği bir şey 
Sonuç olarak Rusya yanlış hamle yapamaz en değerli müşterisini de kaybetmeyi göze alamayacaktır.  

7 Ekim 2015 Çarşamba

SON VERİLER ABD'DE HAYAL KIRIKLIĞI YARATTI

Ekonominin gidişatında iki hafta önce merkez bankaları kararlarını açıklamışlardı. ABD Merkez Bankası FED eylül ayı toplantısında faizlere dokunmamış ve sabit tutmuştu. TCMB ise PPK toplantısında ise FED'den gelen kararlarında etkisi ile faiz oranlarında herhangibi değilikliğe gitmemişti. 

Tüm bu beklenen kararlar neticesinde FED kurlar üzerindeki spekülasyonuna devam edecek gibi gözüküyor özellikle bir kaç gün önce açıklanan ve FED'in ileriki zamanlarda faiz oranları ile ilgili vereceği kararlarda rol oynayacak olan Tarım dışı istihdam ve işsizlik oranlarının açıklanması ile işsizlikte beklenilen bir oranın gerçekleştiğini ama Tarım dışı istihdamda gerçekleşen son rakamların ABD'yi hayal kırıklığına uğrattığını söylemekte fayda var

ABD´de tarım dışı istihdam Eylül ayında 142,000 ile beklentilerin çok altında artarak ekonominin Fed´in faiz artırmasına imkan verecek kadar güçlü olmadığına dair endişe yarattı.
ABD´de işsizlik oranı ise yüzde 5.1 ile yedi buçuk yılın en düşük seviyelerinde kaldı ve beklentiler doğrultusunda gerçekleşti. Ağustos ayına ait tarım dışı istihdam artışı da 173,000´den 136,000´e revize edildi.

Tüm bu gerçekleşen oranlarla birlikte dolar değer kaybederek bazı emtia ürünleri ise bu hafta yüz güldürdü diyebiliriz. Ülkemizde de bayramın etkisi ile de bir kaç gün işlemlerin kapanık olması doların ateşini 3.07 lere çıkarsada daha sonra ateşi az da olsa dinen dolar tekrar 3.01 düzeylerine geri çekildi ama tabiki Suriye durumları ile birliktede 3.03 oranlarına tekrar yükselen dolar 22 eylül sonrası 2.99 seviyesine çekildi. 

ABD'de açıklanan işsizlik ve tarım dışı istihdam oranlarının tam manası ile ABD'nin istediği şekilde gerçekleşmemesi FED'in Aralık ayında da faiz oranları ile ilgili çok büyük bir sürpriz yapmayacağının aslında işaretini vermiş oldu uzmanlara göre ise söz konusu beklenen faiz oranı artışının ya Ocak 2016'ya ya da Mart 2016'ya dair kalabileceğinden bahsedilmekte tek bir gerçek var ki o da ABD faiz vadeli işlemlerine göre beklentilerin altında kalan verinin ardından Fed´in Aralık ayında faiz artırma olasılığı yüzde 44´ten yüzde 30´a gerilemesidir. 

Bununla birlikte küresel ekonomide hala çok hareketli hem ekonomik hem de siyasi olarak gelişme üzerine gelişmeler yaşanıyor özellikle Orta Doğu'da ki hareketlenmeler Rusya'nın Suriye'de ki faaliyetleri,ülke içerisinde ki seçim atmosferi de makro iktisadi göstergeler üzerinde de etki yapmaya devam ediyor. 

KAYNAK:İnvesting.com

28 Eylül 2015 Pazartesi

MERKANTİLİZM VE TÜRK İKTİSAT TARİHİNDEKİ YERİ

Temel ekonomik sistemlerin ve bu sistemlerin oluşumuna katkı sağlayan iktisat okulları olan Klasik İktisat,Keynesyen İktisat gibi iki temel iktisat okulundan önce ekonomik sistemi şekillendiren bir çok iktisadi akım mevcuttur. Bunlardan en önemlisi ise Merkantilizmdir.  

Merkantilizm 15.yy ile 18.yy arasında uygulanmıştır.  Jean Bodin,Thomas Miles,Montaigne gibi temsilcilerin savunduğu merkantilizmin tarihsel sürecine baktığımız zaman iktisat okullarından önceki en uzun akımlardan biri olduğunu söyleyebiliriz. 15.yy'da gelişim gösteren Coğrafi Keşifler,rönesans,reform hareketleri merkantilizmin gelişimine katkı sağlamıştır. Farklı ülkelerde farklı isimlerle (Fransa'da Colbertzim Almanya'da Kameralizm) uygulanan merkantilist politikaların en temel özelliği 
güçlü devlet olabilmenin yolu kıymetli madenleri stoklamak olduğunu, nasıl ki insanlar para biriktirdikçe zenginleşiyor ise ülkelerde kıymetli maden biriktirmek suretiyle zenginleşecektir anlayışı hakimdir. Bu temel düşünce ile birlikte merkantilist düşünce dünya zenginliğinin sabit olduğunu,ihracatın ithalattan fazla olması gerektiğini bu şekilde dış ticaret fazlası verilmesi gerekliliğini ve ülkeye giren kıymetli madenin çıkandan fazla olmasını,ithalatın yasaklanmasını ve müdehaleci güçlü bir devlete güçlü bir orduya ve donanmaya sahip olunması gerektiğini savunmuştur. 
Donanmaya verilen önemin üzerinde durulmak gerekirse sömürgecilik anlayışı ile diğer ülkelerden elde edilen kıymetli madenlerin taşınması ve ana ülkeye transfer edilebilmesi için güçlü ve okyanusa dayanabilecek gemiler hazırlanmıştır. Bu gemilerin ve tersanecilikte ilerleme sağlanması hem Coğrafi Keşifler noktasında hemde merkantilizmin amacına hizmet etmiştir.

Merkantilist politikalar zamanla bazı sonuçlar doğurarak bu sisteme olan güveni azaltmıştır. Özellikle dış ticaret fazlasının sürekli aynı ülkelerde toplanması,para stokunun aşırı derecede artması ile paranın değerini düşürmüş ve ciddi enflasyona neden olmuştur. Ticari faaliyetlerde de sürekli tek bir tarafın zenginleşmesi yüzünden ticari partnerler yoksullaşmaya başlamış ve ticaretin işleyişine ve rekabet ortamına da zarar vermiştir. 

Merkantilizmin Türk İktisat tarihinde ki yerine baktığımızda ise bu sistemin dönemin Osmanlı İmparatorluğunda uygulanmasının çok zor olduğunu görmekteyiz çünkü Osmanlı Devletinin iktisadi anlayışı Anti-Merkantilist bir zihniyeti barındırdığını görüyoruz. Osmanlı devletinin iktisadi yapısı üç temel ilke üzerine oturtulmuştur. 

Osmanlı ekonomisi üç temel ana ilkesi vardı.  Bunlar İaşe ilkesi,gelenekçilik ve maliyecilikti.

İAŞE İLKESİ:

Bu ilkenin en temel esası Osmanlı vatandaşlarının ihtiyaçlarının en iyi şekilde karşılanması,vatandaşların yaşadığı bir ortamda açlık,kıtlık ve yoksulluk gibi sorunları ortadan kaldırılması anlayışına sahiptir.Bununla birlikte temel ihtiyaçların dışarıya çıkmaması içinde ihracata Yönelik politikalar çok sıkıdır ve genelde ithalata önem verilmektedir.  

GELENEKÇİLİK:

Osmanlı tebaasında ki tüm sosyal yapıların kültürel iktisadi yapıların korunması (lonca teşkilatı gibi)

MALİYECİLİK:

Osmanlı ne olursa olsun her zaman hazinenin dolu olmasını istemiştir. Harcamaları minimum seviyeye indirmek hazineyi altınla dolu tutmak temel amaç edinilmiştir.

Bu üç ana ilkeden çıkardığımız sonuca göre özellikle İaşe ilkesinin ihracat üzerinde çok büyük bir etkisi vardır. Osmanlı devletinin ihracat ile birlikte ülkeden kaynak çıkması ile Osmanlı tebaasının temel ihtiyaçlarında bir eksilme ve kıtlığa yol açacak bir anlayışa sahip olması ihracatın önüne engel teşkil etmiştir. Ve merkantilist sistemin en temel özelliği olan X>M (İhracat>İthalat)diye adlandırılan düzenin önüne engeldir. Her ne kadar Osmanlı Devleti Mutlak Monarşi ile yönetilsede,devlet iktidarını sınırlayan bir sistemin olmaması güçlü devlet,güçlü ordu anlayışını gösterip merkantilizmin ilkelerinden birine uyum sağlasada bu sistemin en temel ilkelerinden biri olan bazı özelliklere devletin iktisadi sistemi engel olduğu için Osmanlı Devletinin Anti-Merkantilist bir düşünceye sahip olduğunu söylemeliyiz. 

GÜRKAN DANIK

27 Eylül 2015 Pazar

MERKEZ BANKALARI KARARLARINI AÇIKLADI


Ekonominin gidişatında son haftalara baktığımızda dolar kurunun yükselmeye devam edip tepe noktası olarak kabul edilen 3.07'nin üstüne çıkarak direnç noktasını kırması ve Amerika merkez bankası FED'in ve TCMB'nın PPK toplantısı sonucunda ki faiz kararları gündemin en önemli konuları idi. 

Amerika Merkez Bankası FED beklenildiği gibi faiz oranlarına gene dokunmadı ve sabit tuttu bu karardan sonra her ne kadar dolar 2.97 seviyelerine kadar düşsede bu düşüş görünümü çok kısa sürdü özellikle kurban bayramının ve FED kararı sonrasında FED başkanı Yellenin bu yıl içerisinde faiz oranlarını yükselteceklerine dair öngörüleri konuşması dolara tekrar bir hareketlilik sağladı. TCMB ise geçen aylarda FED kararlarının etkili olacağını bekle-gör uygula sistemini kullanacağından bahsetmişti. Ve o da PPK toplantısında almış olduğu kararla  gecelik marjinal fonlama oranını (faiz koridorunun üst bandı) yüzde 10,75 ve Merkez Bankası borçlanma faiz oranını yüzde 7,25'te sabit bıraktı. 
PPK, bir hafta vadeli repo ihale faiz oranını (politika faizi) yüzde 7,50'de tuttu.Bu oranları sabit tutması ile birlikte ise 
Sıkı para politikası duruşunun ve alınan makro ihtiyati önlemlerin etkisiyle kredi büyüme hızlarının makul düzeylerde seyrettiği vurgulanan duyuruda, dış ticaret hadlerindeki olumlu gelişmeler ve tüketici kredilerinin ılımlı seyrinin cari dengedeki iyileşmeyi desteklediği belirtildi.
FED Başkan'ının yakın zamanda yapmış olduğu bir sunumda ise faiz arttırımını bu sene içinde arttırmayı öngördüğünü ABD'nin iş gücü piyasasında iyileşmenin olduğunu ama tam istihdamın sağlanamadığını ABD'nin ekonomik görünüşünün iyi olduğunu ve güçlü iş piyasasının ise hedeflenen %2 lik enflasyona destek olacağını söyledi. 

Enflasyon konusunda TCMB Erdem Başçıda bazı açıklamalarda bulundu özellikle son zamanlarda her ne kadar enerji mallarında ki fiyatlardan dolayı maliyet avantajı iyi bir görünüm sergilesede dolar kurunda meydana gelen artışlardan kaynaklanan enflasyon artışının eylül ayı enflasyon rakamlarına yansıyabileceğini çekirdek enflasyonun oranında bir negatif etkinin olabileceğinden bahsetti. 

Sonuç olarak bu hafta merkez bankalarının faiz ile ilgili vermiş oldukları kararlara bakarsak FED'in ABD kendini tam olarak garantiye alsın ekonomik kuşkular kalmasın düşüncesine sahip olduğunu TCMB'nin ise bakalım görelim neler olacak zihniyetine sahip olduğunu söyleyebiliriz. 

Kaynak:Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası,
NTVpara

17 Eylül 2015 Perşembe

SON BÜYÜME ORANLARININ EKONOMİK ANALİZİ

Son açıklanan büyüme oranları ile Türkiye ekonomisi %3.8 büyüme oranları ile 2. çeyrektede büyümesini sürdürdü ve 23 çeyrektir büyümeye devam ediyor öncelikle bu büyümenin ekonomik analizini yapacak olursak şunları söyleyebiliriz.  Türkiye'nin enerji ve emtia mallarının büyük bir kısmı dışarıdan sağlanıyor ve üretim aşamasına giren bu ürünlerin ham maddesi ithalat ile temin ediliyor özellikle son dönemlerde petrol ve emtia fiyatlarında ki düşüş İran'a uygulanan yaptırımların kalkması sonucu arz artışından dolayı brent petrol fiyatlarındaki küresel çaptaki düşüşün Türkiye'ye yaradığını söyleyebiliriz bu fiyat düşüşleri Türkiye'ye hem maliyet avantajı sağlamak ile birlikte hem arz yönlü hemde gelir yönlü bir avantaj sağladı. Ve bu çeyrekte açıklanan büyüme oranları beklentilerin üzerinde seyretti. 

Büyüme rakamları ile Temmuz ayı cari açık oranlarıda açıklandı ve bir önceki yılın aynı ayına göre cari açıkta bir artış gözlemlendi.  Bununda en büyük nedeni ise özellikle ABD merkez bankası FED'in faiz oranlarını arttırma yönlü spekülasyonları ve küresel çapta doların değerinin yükselmesi ve Yurtiçinde siyasi istikrardaki son 4 aydaki dalgalanmalar ve artan terör faaliyetlerinin ekonomi üzerinde dezavantajları söylenebilir bu sorunların ayrıca sadece cari açık oranlarında değil bazı makro ekonomik göstergeler üzerinde de etkisi olduğunu söyleyebiliriz. 

Özellikle son açıklanan büyüme oranları ile Türkiye G20 ülkeleri arasında da en fazla büyüyen üçüncü ülke olduğunu görüyoruz. Türkiye'nin  küresel gelişmelerden nasıl yararlandığını ve fırsatları değerlendirip gelişmeleri kendi lehine çevirdiğini görmekteyiz. 
Ama tabiki küresel düzeydeki bu gelişmelerden daha iyi bir şekilde yararlanılabilinirdi. Özellikle son zamanlarda Türkiye'nin gerçekten eline çok güzel fırsatlar geçti Rusya ile yapılan enerji anlaşmaları Türk akımı projesi,küresel çapta emtia ve petrol fiyatlarının düşmesi,Avrupa ülkelerinde ki ekonomik durgunluk tüm bu gelişmeler bazı yönleri ile Türkiye'nin lehine de olsa Türkiye'nin özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra siyasi istikrarında meydana gelen bir kırılma ve Temmuz ayından itibaren artan terör ve şiddet olayları bu küresel gelişmelerden almamız gereken ve kendi çıkarlarımızı maksimum edecek hamleler yapacak iken tüm bu yurtiçinde ki olumsuzluklar Türkiye'nin önüne geçici bir zamanda olsa engel teşkil etti. 

Küresel piyasalara baktığımızda ABD verileri istenilen düzeylerde gelsede Çin'in Piyasalardaki bulanıklığı ABD merkez bankası FED'in faiz ile ilgili bu ay içerisinde alacağı kararda etkili olacak gibi gözüküyor. Dolar üzerinde ki spekülasyonlar da devam ediyor FED'in faiz arttırımı beklentilerinin devam etmesi kesin bir kararın her toplantıda çıkmaması ve maalesef ülkemiz içerisinde yandık-bittik-mahvolduk felsefesini benimseyenler ekonomi üzerinde olumsuz senaryolar yazmaya devam ediyor. Tüm dünyada bir çok ülke para birimi karşısında değerlenen dolar ülkemizde ki spekülasyon,manipülasyonlarla besleniyor ve TL karşısında değer kazanmaya devam ediyor
 Doğu'ya gittiğimiz de ise İran'ın hisseleri değerlendiriyor İran,üzerinden kalkan yaptırımların kalkması ile arz artışı neticesinde petrol fiyatlarının düşüşü artık küresel anlamda uzun bir süre kalıcı olacak izlenimi veriyor emtia fiyatlarının düşüşü ise hem hammadde hemde enerji ithalatçılarının yüzünü güldürüyor. 

Yaşanan tüm bu süreçte artık Türkiye ekonomisini eleştiri yağmuruna tutmak ülkemize yapılacak en büyük haksızlık olacağını düşünüyorum ülke ekonomisinin 23 çeyrektir büyümeye devam etmesi hem G20 hemde OECD ülkeleri arasında en yüksek büyüme oranlarına sahip bir Türkiye'nin küresel Piyasanın vazgeçilmez bir aktörü olduğunu gösteriyor. Türkiye'nin şuanda yapması gereken hamle ise siyasi istikrarını tam manası ile sağlamlaştırmak,yurtiçi sorunlarını çözmek ve global hamleleri iyi tespit edip ona göre hareket etmek ve bu olumlu trendi devam ettirmek olacaktır. 


10 Eylül 2015 Perşembe

YANLIŞ BATILILAŞMA VE FARKLI ANLAMDA MODERNLEŞME

Kendi kendinize sorun Batılılaşma dediğimiz kavram nasıl oldu da bu şekilde yaygınlaştı nasıl oldu da İslam coğrafyası olarak adlandırdığımız Ortadoğu, Arabistan Yarımadası ve Orta Asya’da Batılılaşma ,Batı'nın kültürünü geleneğini yaşam biçimini alma isteği neden bu şekilde yaygınlaştı. 

Bu soruların cevabı basittir sömürgelerle hileli oyunlarla sağladığı zenginliği ve cafcaflı yaşantısı ile Batı önce sizin gözünüzü boyar sonra onlar gibi olmak istersiniz ve onlar gibi olabilmek içinde onların sosyal ve kültürel yaşantılarından tutunda siyasal düzenlerini yönetim biçimlerini ve iktisadi yaşamlarını tamamen olduğu gibi örnek alır ve kabul edersiniz ve onlar gibi olabilmek içinde onlardan yardım istersiniz ve işte bundan sonra ise Batı'nın kıskacı altına girer ve artık onlara teslim olursunuz. 
Peki bu nasıl mı gerçekleşir en kısa örneğini şöyle açıklayalım öncelikle bir ülke kendisine batılı bir ülke gibi izlenim verebilmek için tüm enerji,altyapı,telekomünikasyon sistemleri yenilenir ve bunların yatırımı için yabancı uyruklu şirketler seçilir çevre düzenlemeleri yapılır,cafcaflı yüksek binalar heryere dikilir,alışveriş merkezleri kurulur,ithalat serbestleşir,gümrük vergileri düşürülür,ülke yabancı sermayeye açık hale gelir. Kısaca tüm bunlarla birlikte milli geliriniz artar bunlar aslında çok kötü şeyler değildir çoğuda ülke için faydalıdır ama tüm bunlar yapılırken yabancı devletlerden finansman sağlanır ve borç stoğu arttıkça işte o zaman bu Batılı Ülkelere borçlarınızı ödemek için ülkenizin en stratejik noktalarını,enerji kaynaklarınızın yönetimini,yer altı kaynaklarınızın yönetimini yabancı devletlerin Kontrolü altına bırakır ve artık onların borusu öttükçe siz siz olmaktan çıkarsınız. 

Bazı kişiler ise batılılaşma ve modernleşmeyi farklı anlıyor Modernleşme Dediğimiz kavram herşeyden önce tamamen batılılaşmadan farklıdır ama maalesef bu zamana kadar Modernleşme ve Batılılaşma hep eş anlamlıymış gibi insanlara empoze edilmeye çalışıldı dünyada sadece ama sadece Batı toplumu mu modern cihazlar,teknik çalışmalar,teknolojik icraatlar ve keşiflere imza atmıştır tabiki bu sorunun cevabı hayır özellikle Doğu medeniyetleri Batı toplumlarından önce çok ama çok eskiye dayanan ve hala izleri silinmeyen bilimsel çalışmalara imza atmış ve hepsi batı medeniyetinin gelişmesine öncülük etmiştir.
Bunun örnekleri tarihte çoktur fen,edebiyat,astronomi,matematik,fizik,coğrafya gibi dallarda kendinden söz ettiren bir çok Doğulu bilim insanı vardır 

Batı ise modern yaşama ancak 15. yy dan itibaren Coğrafi Keşifler ,rönesans ve reform hareketleri ile başlamışlardır ve 17 yy'ın sonlarına doğru İngiltere'de başlayan Sanayi Devrimi ile de hız kazanmıştır. Bahsetmiş olduğumuz bu tarihlerden önce Batı'nın medeniyetten yoksun olduğunu gösteren çok çarpıcı örnekler vardır kendini medeniyetin beşiği zannedenler daha düne kadar tuvalet adabından bile yoksundu Sanayi devriminden önce İngiltere sokaklarında çürümüş insan cesetleri ile kedi ve köpek cesetlerini ayırt etmek bile zordu şimdi bazı kadın hakları savunucularının örnek aldığı Batılı toplumlar daha 200 yıl öncesine kadar boynunda tasmalarla Kadınları Köle olarak kullanıyor eşya olarak satıyordu 
Modernleşmeye kapalı bir toplum olamayız tabiki Batı'nın faydalı yönleri alınması gerekir ama asla modernleşme çabası içerisinde iken bir millet kendi Kültür'ünü geleneklerini yaşam biçimini,manevi değerlerini unutmamalıdır. Modernleşme kendi örf adet geleneklerimiz ve kültürel birikimimizin süzgecinden geçerek oluşturulmalıdır ve bu konu çok önemlidir. Maalesef özellikle 18.yy'dan itibaren ve Cumhuriyetin ilanından sonra hız kazanan batılılaşma çabaları yanlış stratejik bir harekettir. Bu hareket Modernleşme hareketi değil olduğu gibi Batıyı örnek almak olmuştur. Özellikle 18.yy da Osmanlı eğitim sistemi ile yoğrulmamış Batı'nın cafcaflı Okulları'nda eğitim görmüş kendi kültüründen ve geleneklerinden uzak yaşamış olanların(Jön Türk'lerin) başlattığı bu geleneksel yaşamın dışındaki hamleler bir imparatorluğun sonunu getirmiştir. Bir anda toplumun alışık olmadığı yönetim modelleri,sosyal yaşam biçimleri çok hızlı gelişmiş ve maalesef bir toplum yeri geldiğinde bir günde yozlaştırılmış ve asimile edilmiştir.

Ülkelerin yapması gereken kendi öz şuuru ile milli duygularını kaybetmeden öz kimliğini kaybetmeden modern yaşama şekil vermektir bu sistem uygulandığında Batıya muhtaç olunmayacaktır. Devletler kendilerine ait yönetim şekillerini,üretim tarzlarını,iktisadi ve sosyal yaşamlarını oluşturacak hem öz değerler korunacak hemde küresel dünya takip edilecek ve yeri geldiğinde oluşturulacak her yeni ürün şuan isimlendirilen modern dünyaya katkı sağlayacaktır. 

GÜRKAN DANIK



7 Eylül 2015 Pazartesi

21.YÜZYILIN ÜTOPYALARI KÜRESEL PARA BİRİMİ

Para bir ülkenin özgürlük ve egemenliğinin en büyük ifadesidir ve tarih boyunca da güçlenen, kendini güçlü hisseden gerek şehir devletleri ve gerekse diğer egemenlikler, bunu kendilerine ait para basarak ifade etmişler, çevrelerine ve tarihe egemenliklerini ifade etmişlerdir.

21.yy'nın en önemli ütopik düşüncelerinden biri küresel çapta bir para birimi oluşturmak,özellikle küresel keynesçiler ve post keynesçiler tarafından ortaya atılan bu kavram şuanki yaşadığımız dünyada büyük bir ütopyadan başka bir şey değil. 

21.yy da küresel para biriminden anlaşılan şey dünyada süper güç ünvanına sahip bir ülkenin para biriminin küresel çapta değer görmesidir. Ama küresel keynescilerin,post keynescilerin ve bir çok iktisat okulunun savunduğu küresel para birimi kavramı ile şuanki bu düzen tamamen zıt bir durumu ortaya koymaktadır. Çünkü bahsettiğimiz iktisat okullarının tanımladığı  küresel para birimi
Dünyada hiç bir fark gözetmeksizin hem gelişmiş ülke için hemde gelişmemiş ülke için geçerli olan bir sistemi kabul etmektir. 

Artık dünyada kim süper güç ise finansal sisteme,küresel piyasaya,küresel üretime kim en büyük etkiyi yapıyorsa o ülkenin para birimi küresel bir nitelik kazanıyor ve tabiki söz konusu bu ülkelerin paralarının konvertibilitesinin bu kadar yüksek olması gelişmiş ülkelerin küreselleşen finans sisteminde büyük kazanç sağlamasına neden olmaktadır. Ve bu sistem böyle yürüdüğü içinde gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin ise cari durumlarını dengeleme şartını ve bu dengelemeyi oluştururkende ülkelerin kendi iç piyasaları için büyük sıkıntıların ortaya çıkmaması için çaba sarf etmesini gerekmektedir. 

Küresel para konusunda Arestis ve arkadaşları dünyada farklı derecelerde konvertibiliteye sahip farklı kurların varlığı uluslararası kredi koşullarında bir standartın sağlanmasını engellediğini ileri sürmekte idi. Yazarlara göre bu durum yalnızca finansal küreselleşmenin önünde bir engel oluşturmakla kalmamakta,aynı zamanda gelişmiş ülkelerin orantısız bir biçimde yararlandığı bir küresel finansal sistem anlamına gelmektedir. Bu sorunun çözümü için ise tüm zorluklara rağmen bir küresel para birimine ve bir küresel merkez bankasına gereksinim vardır düşüncesi ortaya atılmıştır. 

Küresel para ile ilgili çalışmalardan biri AB'nin tüm Avrupa kıtasını tek ülke kabul edip bu ülkeye ait olan bir para birimi ve ortak bir merkez bankası kurma düşüncesi ile birlikte kendisine bu hedefleri koymasına ve hatta bazılarını gerçekleştirmesine rağmen AB'ye üye olan ülkelerin gerek ekonomik istikrar durumları ile birlikte her üye olan ülkelerin şahsi problemleri ve farklı bakış açıları yüzünden bu amaçlarını tam manası ile gerçekleştiremediği söylenebilir. 
Euro'nun tüm Avrupa kıtasında ve AB'ye üye olan çoğu ülkenin kabul ettiği bir para birimi olmasına rağmen Arestis ve arkadaşlarının ve post keynesyen iktisatçıların istediği bir düzeyde küresel para biriminin gerçekleştiği söylenemez. 

31 Ağustos 2015 Pazartesi

YURTİÇİNDE VE KÜRESEL EKONOMİDE SON DURUM


Geçen hafta Piyasaları yorumlarken döviz kurları ile ilgili olarak şu yorumu yapmıştık. Analizlere göre eğer Türkiye'de erken seçim ihtimali ön plana çıkıp şiddet eylemleri ve beklenen FED faiz oranlarının artışı ile Doların 2.80-3.00 arası olacağını Euro'nun ise 3.15'i göreceği söylenmekte tabiki bunlar gerçekten çok uçuk ama çok az ihtimalde olsa mümkün olabilecek tahminler demiştik. 

Gerçekten uçuk olarak gördüğümüz ve gerçekleşmesine az ihtimalle de baktığımız durum gerçekleşti son hafta hem yurtiçinde hemde yurtdışında ki hareketlenmeler hız kesmeden devam etti.  Öncelikle piyasalara baktığımızda dolar kuru 3.00 düzeyine gelerek rekorunu tazeleyip rekora ismini yazıp tekrar 2.91 seviyelerine kadar geriledi yine aynı şekilde euro ise 3.45 oranını geçip tekrar yurtdışından gelen hamlelerle 3.28,3,26 düzeyine geri çekildi. 

Piyasalarımızda öncelikle 7 Haziran siyasi istikrarsızlık başlangıç dönemi daha sonra artan terör olayları sonuçsuz kalan koalisyon görüşmeleri ile birlikte piyasalarda gerçekten çok ciddi dalgalanmalar gördük tabi ki bu yurtiçinde ki konulara yurtdışında ki konular da eklenince kuzeyde Rusya-Ukranya krizi,güneyde Orta Doğu ateş çemberi, batıda Yunanistan krizi ve Asya'da Çin ekonomisinde ki problemlerle ve FED'in spekülasyonları ile kurların rekor kırmasını beklememek mantıksızlık olurdu. 

Yurtiçinde ki duruma baktığımız zaman siyasi durumun özeti erken seçim oldu sonuçsuz kalan koalisyon görüşmeleri ile Cumhurbaşkanı anayasal haklarını kullanarak seçimlerin yenilenmesine karar verdi bu kararın şimdilik siyasi istikrarsızlığa tam manası ile bir nokta koymaktan ziyade virgül koyma niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz hiç olmazsa artık belirsizliğin yerine kesin olan resmileşen bir erken seçim kararı alındı. 1 Kasım'a kadar piyasaların yurtiçi gelişmelerle siyasi anlamda bir nefeslenme sürecine girildi. 

Yurtdışındaki gelişmelere baktığımız zaman Avrupa Borsalarında Çin deki ekonomik çalkantının izleri olsada şuanda çok ciddi manada bir piyasa dalgalanması gözükmüyor ama tabi ki hiç olmayacak anlamına da gelmiyor Avrupa tedbirli davranmak istiyor. Bununla birlikte Amerika Merkez Bankası FED'in faiz attırma spekülasyonları en geç 2016 ayının Martı'na kadar devam etmesi öngörülüyor.  Eylül ayında yapılacak toplantıda faiz arttırımı ile ilgili olarak yine kesin bir söylem yok yani spekülasyonlar devam edecek gibi gözüküyor. 

TCMB ise en son yaptığı toplantıda faiz oranlarına dokunmadı bir çok analizci faiz oranının arttırılması ile ilgili olarak görüş belirtsede siyasi kanat ise faiz oranlarının düşmesi ile ilgili görüşünü koruyor TCMB ise faiz ile ilgili kararlarını ileride FED'in alacağı kararlar doğrultusunda alacağının sinyallerini verdi. 

Petrol ve altın fiyatlarına baktığımızda ise Brent Petrolün varil fiyatının 43$ kadar düştüğünü görüyoruz ve arz arttırımına bağlı olarak 40$ altı fiyatları görmemiz ileride şaşırtıcı bir sonuç olmayacak gibi gözüküyor. 
Altın ise gram fiyatı olarak son haftalarda rekor denilebilecek yükselişler sergiledi. 

Sonuç olarak gerek yurtiçinde ve küresel manada meydana gelen gelişmelerle iç piyasamız son haftalarda yükselişler ve rekorlar getirerek tekrar dışarıdan gelen hamlelerle ve siyasi belirsizliğin erken seçim kararı alınması sonucunda belli bir süre sona ermesi kurlarda geriye doğru bir izlenim yarattı.  Bu ay FED'in yapmış olduğu açıklamalar önemli olacak ve tekrar global ekonominin getirdikleri doğrultusunda piyasaları yorumlayacağız. 

30 Ağustos 2015 Pazar

NÜKLEER SANTRALLER VE TÜRKİYE



Nükleer santraller şuan ki Türkiye gündeminin en sıcak mevzusu olmakta.Sinop ve Mersin Akkuyuda kurulma aşamasına gelen ve tüm anlaşmaları yapılıp temeli atılma aşamasında olan proje Türkiye gündeminde yerini aldı. Ve bende bu konu bu kadar sıcak iken bir şeyler yazma gereksinimi duydum.

Öncelikle bu çalışmada sizlere nükleer santrallerin çalışma sistemini uzun uzun anlatmayacağım,ki bu konuda araştırma yapan her kişinin uranyum ve toryum reaktörlerinin çalışma sistemini okuduğunu ve anladığını kabul edeceğim. Ben bu çalışmada daha çok nükleer santrallerden elde edilen enerji miktarını istatistiksel bir analiz kapsamına sokacağım. 

Nükleer santraller hakkında çok yorum yapılıyor kimi yorumlar eleştirisel nitelikte kimi yorumlar ise destekleyici nitelikte tabiki nükleer santrallerin ülke ekonomilerine çok büyük yararları olduğu gibi zararlarıda yok değildir. Öncelikle yararlarından bahsedecek olursak uranyum ve toryum gibi ucuz enerji kaynaklarının kullanılması ile dış enerji kaynaklarına bağlılık azalacaktır,ülkelerin teknoloji ve gelişmişlik düzeyi artacaktır, bunun yanında nükleer santraller kömür ve karbon salınımının meydana getirdiği çevre kirliliğine göre daha temiz bir kaynaktır. Olumsuz yönlerine bakacak olursak en bilindik olumsuz yönü şüphesiz radyoaktif serpinti ve kirlenmedir. Nükleer Santrallerden çıkacak radyoaktif atıkların çevreye ulaşımı; rüzgârın ve yağmurun yardımıyla atmosferde taşınması birde denizlere, göllere ve toprağa karışımı şeklinde olur. Doğa olaylarıyla bitki örtüsüne ve sulara karışan radyo aktif maddelerin insan vücuduna ulaşımı kolaylaşmış olur.

Peki nükleer santralleri hangi ülkeler kullanıyor ve enerji üretimlerini ne miktarda ve ne oranda karşılıyorlar aşağıda ki söz konusu grafik dünya ülkelerinde bulunan nükleer santralleri ve bu santrallerden elde edilen enerji miktarını göstermektedir. 

 

Tablolarda Görüldüğü gibi 31 ülkede toplam 437 nükleer santral bulunmaktadır. Tabi ki bu santrallerin hepsi aktif değil bir kısmı aktif ,bir kısmı pasif, bir kısmıda kurulma aşamasında. 

Dünyadaki ilk atom enerji santrali 27 Haziran 1954 tarihinde Sovyetler Birliği ‘nin Moskova kentine 88 km. uzakta Obninsk yöresinde faaliyete geçmiştir.

Dünyadaki ilk nükleer enerji  santraliilk kez 27 Haziran 1954 günü, Sovyetler Birliği’nde, Moskova’nın 88 kilometre uzağındaki Obninsk yöresinde kuruldu. Buradan üretilen elektrik enerjisi, endüstride ve tarımsal işletmelerde kullanıldı. Kullanılabilir kapasitesi, 5 bin KW idi.

Grafikte de görüldüğü gibi şuan dünyada nükleer santrallerden en fazla enerji elde eden ülkeler Fransa,Belçika,Ukranya gibi ülkeler gelmektedir. ABD'nin ise nükleer santrallerden elde ettiği enerji miktarı oranı ise %19 dur. 

Dünya'da nükleer santrallere karşı bir muhalif kesimin olmasının en büyük nedeni şüphesiz Çernobil Faciası olarak bilinmekte bu kaza sonrasında meydana gelen ve dalga dalga yayılan radyoaktif serpinti Türkiye'nin Karadeniz bölgesi yoğun olmak üzere birçok ülkeyi etkileyip kişiler üzerinde gerek sağlık olarak, gerek genetik olarak bir çok rahatsızlığa ve psikolojik sorunlara neden oldu. 

Ama tabiki nükleer santral tüm ülkeler için özelliklede enerji kaynağı olarak yetersiz olan ülkeler için hala bulunmaz bir fırsat olarak değerini koruyor günümüz ekonomilerinde bir çok ülke yenilenebilir enerji kaynaklarına(Hidroelektrik ,Jeotermal,Rüzgar,Güneş Enerjisi vb) yönelsede yinede ülkelerin belli bir zaman aralığına kadar nükleer santral kurma aşamaları bulunmaktadır. Her ne kadar 2011 yılında Japonya'da meydana gelen deprem ve tsunami felaketleri sonucu santrallere zarar gelmesi ile gözü korkan devletlerin yaklaşık 2030 kadar nükleer santral projelerine devam edecekleri gözüküyor     

Aşağıda ki tabloda görüldüğü gibi 2030 yılına kadar yaklaşık 164 adet daha nükleer santral projesi bulunmaktadır. 317 reaktör ise nükleer programlarda adı geçmektedir.

TÜRİYE'DE DURUM NEDİR

Ülkemizde de son zamanlarda yeni kanuni düzenlemelerle birlikte Sinop Akkuyuda nükleer santral çalışmaları başlamış bulunmakta ve çok değil yaklaşık 10 yıla kalmadan Türkiye'de nükleer santraline kavuşmuş olacak tüm bu gelişmeler olurken eleştirisel yaklaşımlar görüyoruz tabiki söz konusu eleştirileri yapanların kesinlikle çok ama çok haklı nedenlerinin olduğunun kanaatindeyim. Ama çok karamsar olmamak çünkü biz yenilenebilir enerji kaynağı olarak zengin bir ülkeyiz ama kullanmada biraz daha kendimizi geliştirmeliyiz. 

Nükleer santraller gerekli önlemler alındığı zaman ve akıllıca kullanıldığı zaman hem çok büyük bir nimet hemde dışa bağımlılığı enerji bakanlığının yaptığı açıklamalara göre 7.2 milyar dolar azaltan bir enerji kaynağı ve korkulanın aksine yeni dünyada yapılan nükleer santraller artık 2. Sınıf kalitede yani eski 1.sınıf kaliteye göre daha güvenli ve daha dikkatli bir şekilde yapılıyor özelliklede Çernobil faciasına neden olan santrallerin 1.sınıf ve eski kalitede olduğu şimdiki yapılan santrallerin buna Türkiye de dahil daha güvenli ve daha dikkatli yapıldı söylenebilir. Özelliklede Sinop'ta yapılan santralinde Uluslararası bir denetleme belge niteliğinde olan ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporunu alıp gerekli testlerden geçtiğine dairde kanıt olmaktadır.

Sonuç olarak küreselleşen global bir dünyada yaşıyoruz bu küreselleşme ve serbest ticaret arttıkça hiç şüphesiz rakiplerimizde artıyor ve biz Türkiye olarakta artan bu ticarette bu rekabet ortamına ayak uydurabilmek için bize bahşedilen enerji kaynaklarını en iyi şekilde kullanmalıyız ve değerlendirmeliyiz





KÜRESELLEŞEN DÜNYADA YENİ BİR ENERJİ KAYNAĞI KAYA GAZI (ŞEYL GAZI)

Doğu bloğunun çökmesi ile birlikte artık yepyeni bir ekonomik kavramla karşılaştık bu kavram hiç şüphesiz liberalizm ,artık çift kutuplu düzenin ortadan kalkması ile birlikte Küreselleşme olgusu aldı başını gitti tabi ki küreselleşme ile birlikte ticaret haddi ve kapasitesi genişledi artık aynı Berlin Duvarı'nın yıkılışı gibi ticaretin önündeki engellerin teker teker kalktığına şahit olduk artık klasiklerin temel felsefesi olan serbest ekonomi liberaller tarafından tekrar bize hatırlatıldı.

Küreselleşe küreselleşe artık ülkelerin belli bir üretim düzeyinde olan güçleri yeni dünya düzenine ayak uyduramıyordu artık ülkeler rekabet gücünü elde tutabilmek için çok daha fazla üretim yapmak zorunda idi zaten nüfus artışıda reel sektörü buna zorluyordu tabiki üretim için sermaye gerek ve sermayeyi ayakta tutacak olan bir güce ihtiyaç vardı.  En büyük sermaye gücü şüphesiz doğanın bize sunduğu enerji kaynakları idi. 

Enerji kaynaklarının önemini unuttuk ve bu kaynakları hunharca çevre bilinci olmadan kullandık ve doğanın bir gün intikamını bizden alacağını unuttuk
çevreye en büyük zararları verdik. 1970'li yıllarda petrol krizi ile birlikte artık ülkeler bu enerji kaynaklarının bir gün tükenebileceğini anladı ve yenilenebilir enerji kaynaklarına ve yeni çevre projelerine adım attılar.  (AB çevre programı,Kyoto Protokolü vb)
Rüzgar,jeotermal,hidroelektrik,nükleer,güneş enerjisi, vb kaynaklar artık petrol ve doğal gazdan sonra en gözde enerji kaynakları oldular.

Şimdi böyle bir girizgâhtan sonra sizlere az önce saymış olduğumuz enerji kaynakları haricinde çok daha farklı bir enerji kaynağından bahsedeceğiz bu kaynağın adı Şeyl gazı bir diğer adı ile KAYA GAZI diyebiliriz. Son zamanlarda ABD 'de çok meşhur olan bu enerji kaynağı ABD için yeni bir adım ,yeni bir imkan oldu. ABD artık bu kaynağı üretimde kullanarak enerjide dışa ait olan bağlarını minimum düzeye düşürme gayesi içerisinde.

Kaya gazının özelliklerinden bahsedecek olursak Kaya gazı (Şeyl Gaz) kayaç denilen formasyonların içinde sıkışmış olan doğal gazdır. Hidrolik çatlatma adı verilen işlemle kaya katmanlarının içinde kırılmalar üretilerek açığa çıkması sağlanır.

Dünyada kayaç gazı rezervleri konusunda en etkin bilgi ABD Enerji Enformasyon Dairesi (EIA) tarafından veriliyor. Son açıkladıkları raporlara göre EIA’nın bildiği en yüksek rezerv Çin’de… 1.3 trilyon metreküplük rezerviyle ilk sırada bulunan Çin’i 862 milyar metreküple ABD izliyor. Meksika (681), Arjantin (774) Kanada (388), Avustralya (396) yüksek rezervlere sahip. Türkiye'de ise 4,6 trilyon metreküp rezervden bahsediliyor ama bunun kullanılabilir ve yeraltından çıkarılacak miktarı 651 milyar metreküp olarak tahmin ediliyor.

Tabiki Kaya gazı yer altında hiç bir işe yaramıyor bu kaynağın yeryüzüne çıkartılıp üretim işleminde kullanılması gerekmekte ama bu kayaç gazını çıkarmak o kadar kolay bir işlem değil bu kaynağı çıkarabilmek için hidrolik çatlatma denilen bir işlem uygulanıyor ve tabiki bu işlem yapılırken aşırı derecede bir su kaynağına gerek duyuluyor. 

Hidrolik çatlatma amacıyla kullanılan çatlatma sıvısı %97,5 oranında su,% 2,5 oranında ise ince kum ve bazı kimyasallardan oluşur. Bu sıvı kuyuların içine çok büyük bir basınçla verilir.Böylece kaya gazının bulunduğu bölgede çatlaklar ve kılcal damarlar yaratılır.

Çatlatma sıvısındaki ince daneli kum açılan çatlakların içine girer.Hidrolik çatlatma işleminin sonunda basınç kaldırıldığında bu madde ince çatlakları açık tutarak kaya gazının toplanmasını ve kuyuya doğru akışını sağlar. Tüm bu işlemler yapılırken sismolojik etkilere ,küçük çaplı depremlere neden olunabiliyor çünkü kilometrelerce yerin altına önce doğrudan sonra yatay olarak giriyorsun ve sonra suyun basıncı ile yeraltında patlamalar yaratıyorsun ve yer yerinden oynuyor tabiki bu işlemler yapılırken hangi teknoloji seviyesi kullanılır ve bu etkiler minimum seviyeye indirilir mi? bilmiyoruz zaman bunu bize gösterecektir.

Sonuç olarak gün geçtikçe enerji kaynakları tükenmeye yüz tutmaya başlayınca ve yenilenebilir enerji kaynaklarının önemi arttıkça aynı anlattığımız kayaç gazı gibi daha nice enerji kaynakları adından söz ettirecek ama insan şu soruyu kendi kendine soruyor ülkemiz enerji kaynakları olarak dışa bağımlı olarak biliniyor özelliklede doğalgaz ve petrolde ,ama bahsettiğimiz kayaç gazının doğal gazın ayrıldığı kayaçların gözeneklerinde kalan kalıntı bir gaz olduğunu biliyoruz ve ABD 'de EIA Dairesinin verdiği istatistiksel analize baktığımızda topraklarımızın altında 651 milyar metreküp kullanılabilir Kaya gazının varlığından bahsediliyor ve bu doğal gazın kayaçlarda ki kalıntısı bu düzeyde ise nasıl oluyorda Kaya gazını oluşturan DOĞAL GAZ topraklarımızda bulunmuyor burası işte çok meçhul!!!

GÜRKAN DANIK



29 Ağustos 2015 Cumartesi

İŞSİZLİK PROBLEMİNE FARKLI YAKLAŞIMLAR


İşsizlik konusu herkesiz kafasını karıştıran bir kavram ve bu yüzden bu konuya biraz daha açıklık getirelim önce işin bilimsel yönüne bakalım 

Dünya'nın neresinde olursa olsun işsizliğin litaratürde ki tanımı cari ücret düzeyini kabul ettiği halde bir kişinin işsiz kalmasıdır.  Buradaki cari ücret kavramı çok önemli küreselleşen dünyada Neo liberal hareketlerle birlikte işsizliğinde tanımı değişti artık kişiler cari ücret seviyesini reddedip kendi yeteneklerine göre, eğitim bilgilerine göre ve aldıkları formasyon şekli ile iş bulmak ve buna denk gelen ücreti kabul etmekteler bu konuda vermiş oldukları tepki son derece doğal çünkü kim istemez ki kendi alanında çalıştığı bir işin ücretini almak, ama tekrar tekrar söylemek gerekirse burada ki cari ücret kavramının üstünde durmakta fayda var günümüzün gençleri kendi alanı ile ilgili iş ararken maalesef boş gezmeyi çok seviyorlar ve cari ücret düzeyini reddediyorlar günümüzün gençleri aslında kendi yeteneklerini yansıtan işi buluncaya kadar cari ücret düzeyinde ki ücreti kabul etseler hem kendilerine ait günlük ihtiyaçlarını karşılayacaklar, hemde istihdam sağlayacaklar ki zaten Küreselleşen dünyada işci haklarını da ön plana alırsak hiç kimse bir yerde zorla çalışamayacak ki angaryanın yasak olduğu bir ülkede yaşıyoruz.  Gençler'in kendi yeteneklerini ve aldıkları eğitim formasyonuna göre iş ve o işi yansıtan ücret düzeyini bulana kadar cari ücret düzeyini kabul edip kendisini yansıtan işi bulduğu zaman cari ücreti kabul ederek girdiği işten ayrılmasını hiç kimse engelleyemez 

Cari ücreti oluşturan faktörlere baktığımızda ise ülkemiz gelişen bir ülke artık çoğu kesimlerce kabul edilmesede Türkiye artık ne iki haneli yada üç haneli enflasyonun yaşandığı bir ülke ,ne de faizlerin yüzde yedi bin beş yüz olduğu, ne de 2001 finansal kriz sonrasında yeni dünyanın hasta adamı gibi yakıştırmaların yapıldığı bir ülke ,artık yabancı yatırımcı konusunda ülkemiz çok cazip bir hale geldi her yeni yatırım farklı bir istihdam alanı doğuruyor ve yeni iş alanları açılıyor. Makro ekonomik göstergelerimiz bizim son 15 yılda nerelerden nerelere geldiğimiz açık bir örneği ve cari ücreti oluşturan asgari ücret ve diğer maaşlar eski dönemlere göre hiç de azımsanmayacak bir düzeyde

Yeni dünya düzeninde hiç şüphesiz reel sektöründe finansal sektöründe aradığı işçilerin temel özellikleri çalışan,kaliteli,kendini geliştirmiş,ileri görüşlü bireylerdir. Ülkede işsizlik sorunu var demek çok kolay peki iş arayanlarda sorun var mı birde bu sorunun sorulması gerek geleceğimizi emanet ettiğimiz gençlerimiz kendilerini nasıl yetiştiriyor, kendilerini her geçen gün daha da acımasızlaşan düzene karşı kendilerini nasıl hazırlıyorlar bu soruların cevabı bulunması gerekiyor. Ülkemizde her gazetede çıkan iş ilanlarına baktığımızda bu ilanlara kim bakıyor kimler emek talep ediyor kimler emek arz ediyor bu konular tartışılmalı emek talep edenler çok fazla ama şöyle içten çalışmak isteyen kendini emek talep edenlerin şartlarına göre ayarlayanlar çok az düzeyde biz gençlerimizi üniversitelere gönderirken seçkin,kültürlü bireyler olmaları için gönderiyoruz  peki onlar kendilerini ne şekilde geliştiriyorlar? Maalesef bu soruların cevabı son zamanlarda üniversite ortamlarında yaşananlarıda göz önünde bulundurursak olumlu bir yönde değil gençler geleceklerini şekillendirecekleri üniversite yıllarını yok yere heba ediyorlar bir bireyin kendisine ait düşüncelerinin olması çok güzel bir şey ama sahip olduğu düşüncenin ana hatlarını bilmeden şiddet ortamı oluşturmak hem gençlerimizin ileriye dönük hayatlarında kara bir leke hemde ayak bastıkları ülke içinde bir utanç tablosu durumuna geliyor.  

Dünya genelinde genç nüfusun değeri her bir ülke için bulunmaz bir nimet olarak görülüyor ama genç nüfusun oluşması ile herşey bitmiyor söz konusu genç nüfus kitlesini, küresel nitelikte kendi geleneklerinden, göreneklerinden ve inançlarından saptırmadan dünya emek talebinin standartlarına uygun olarak yetiştirmek gerekiyor. Bu konuda hem anne ve babalara hemde geleceğimizin teminatı gençlerimize çok şey düşüyor.  

Bahsettiğimiz her bir noktanın özetini çıkaracak olursak işsizlik probleminin tek sorumlusu olarak devleti gösteremeyiz devletin tek görevi ortam oluşturmaktır artık günümüz Keynes'in Genel Teorisinde ortaya attığı gönülsüz işsizlik kavramından uzaklaşmakta daha önce bahsettiğimiz gibi küreselleşme ile birlikte gençler kendi yeteneklerini,eğitimleri sonucunda sahip oldukları bilgiler doğrultusunda ücret talep ettiklerini, cari ücreti reddedip gönüllü olarak işsiz kaldıklarını bahsetmiş ve bu noktayı eleştirmiştik. 

Ülkemiz artık ne Büyük Buhranda,ne 94 krizinde ne de 2001 finansal krizinde gelişen,dünya standartlarına uyum sağlamaya çalışan ve son 10 yılda mükemmel bir ivme kazanan ekonomik düzenle karşı karşıyayız işsizlik probleminden sonsuza dek kurtulmamız mümkün değil sadece Türkiye değil mevzubahisimiz hiç bir ülke işsizlik sorununu yüzde yüz çözemez ki zaten mantığa göre tam istihdam mümkün değildir. 

Sonuç olarak sadece işsizlik değil her bir makro ekonomik problemin sorumlusunu devleti göstermek ve cezayı devlete kesmek mantıksızlıktır.  Bu problemler hepimizin ortak problemleri o  yüzden istikrarsızlığa muhalefet yapmak değil istikrarsızlıklara mantıklı çözümler üretmek gerekir. 

GÜRKAN DANIK


FAİZ ORANLARI İLE İLGİLİ DİYOLOGLAR

Faiz oranları ile ilgili geçen sene 2014 yılında çok hararetli tartışmalar olmuştu Dönemin Başbakan'ı ve şuanda Cumhurbaşkanı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile TCMB Başkanı Erdem Başçı arasında faiz konusunda görüş ayrılıkları vardı. 

Geçen sene bu tartışmalar sürerken bu konu ile ilgili bir arkadaşım ile sohbet ederken aramızda çok ilginç bir diyalog geçmişti arkadaşım dedi ki
Şimdi Gürkan faiz tartışması ve bu tartışmanın piyasalara etkisini şöyle örneklendirelim seninle ben aynı mahallede karşılıklı oturan komşular olalım balkonlarımızda karşılıklı olsun seninle bir konuda anlaşamadık çok ciddi bir şekilde fikir ayrılığına düştük sen bana karşı balkondan bağırıyorsun bende sana benim balkonumdan bağırıyorum tabiki tüm bu tartışma sürer iken tüm mahalle bizi bas bas bağırdığımızı görüyor mahalle sakinlerinde şöyle bir dedikodu olmaz mı bunların arası bozuk bunlar anlaşamıyorlar bu ikisine dikkat edelim derler ama biz hiç birbirimize bağırmasak seninle balkondan değilde aşağıya geçip aramızdaki meseleyi bir köşede konuşup tatlıya bağlasak daha iyi olmaz mı o zaman hiç kimsenin haberi olmayacak mahallede bu durumdan etkilenmeyecek. 

Şimdi aynı şeyi piyasa için düşünelim Başbakanımız ile Erdem Başçı birbirleri ile böyle yüksek sesle konuşmasalar bir kenara geçip sakin sakin konuşsalar piyasada bu tartışmadan etkilenmese iyi olmaz mı sence diye sormuştu bende şöyle cevap verdim. 

Abi öncelikle bu durum ile ilgili yaptığın teşbih ve tespit son derece yerinde çok güzel bir durum özeti oldu ama eksik olan bir kaç ayrıntı var senin dediğin gibi Recep Tayyip Erdoğan ile Erdem Başçının yada kurum olarak TCMB arasındaki bu görüş ayrılığı normal çünkü herbirisinin faiz ile ilgili olarak mantıklı açıklamaları var medya üzerinden açıklamalarda bulunuyorlar doğru piyasada bunu duyuyor ve etkileniyor bununla birlikte özellikle döviz kurlarlarında hareketlenmeler görüyoruz ama aslında iç piyasada değil dış piyasada gerçekleşenler hem Erdoğan'ın hemde TCMB' nın sesini bastırıyor çünkü ABD merkez bankası FED eline kocaman bir megafon alıp tüm Dünya'ya bas bas bağırıyor diyor ki bak ben toparlanma sürecindeyim tahvil alımlarını azalttım faizleri en kısa zamanda yükselticem diyor yani hem Başbakanın hemde TCMB' nın sesini bastıran ve piyasayı çok daha fazla etkileyen faktörler var

Sonuç olarak geçen sene bir arkadaşla aramızda geçen bu diyaloglardan şunu çıkarabiliriz faiz oranları ile ilgili tarafların düşünceleri kendi çaplarında mantıklı açıklamalar ama şuanda Eylül ayında yada kimi analistçilere göre Aralık ayında FED tarafından bir faiz hamlesi gelecek bu hamle gelmeden önce faiz ile ilgili olarak önlem alıcı tedbirlerin hayata geçirilmesi yerinde olacaktır. 

GÜRKAN DANIK

ABD VE RUSYA ARASINDAKİ KÜRESEL SATRANÇ

Küresel ekonomi son zamanlarda çok hareketli özelliklede Dünya'nın büyük başları yeni bir satranca başladılar diyebiliriz. Hepimiz biliyoruz ki 1990'lı yıllardan sonra İki bloklu dünya artık sona erdi.  Doğu Bloğunun çökmesi ile artık küresel dünyada liberalizm hakim küresel ekonomi,ticaret,finans piyasaları ile içli dışlıyız,her ne kadar Doğu-Batı Bloğu sona erdi desekte hala dünya üzerinde ABD ile Rusya arasında yıllarca süren bir ekonomik çekişme var özellikle son zamanlarda Ukranya krizi ve OPEC'in petrol fiyatlarını düşürmesi Rusya'yı iç piyasa olarak sarstı ve son verilere göre yaklaşık %2-3 arası Rusya ekonomisinde bir daralma gördük. 
 ABD bu çekişmede hamlesini iyi yaptı kendisi önce enerji bağımlılığı olarak Kaya Gazı çalışmalarına başlayıp bu bağımlılığı en az seviyeye indirdi ve Orta Doğu'nun en büyük petrol ihraç eden ülkeleri ile anlaşarakta OPEC'in arzı arttırıp fiyatları düşürmesine neden oldu ve Dünya'nın en büyük enerji İhracatçısı Rusya'yı zora soktu yani ABD oyununu iyi oynadı ve bu satrançta hamlesini iyi yaptı. 
Ama biliyorsunuz ki satrançta hamleler karşılıklı yapılır Rusya'da bunun cevabını hemen verdi Ukranya krizindeki yaklaşımları bahane göstererek hem ABD'ye hemde tüm Avrupa'ya gıda ambargosu uyguladı bir yıl boyunca uygulamış olduğu bu ambargoyu daha yeni yapılan bir görüşme ile Putin bir yıl daha uzattı. Ayrıca Rus ordusunun geçen hafta nükleer envanterine bu yıl 40 yeni kıtalar arası ve balistik füzenin katılacağını açıklaması, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in Rusya'nın savaş tehdidi izlenimini bıraktığını ve ABD 'nin kontrolündeki NATO'nun revizyona alınması ile ilgili görüşler ortaya çıktı. Rusya'da bu şekilde hamleye karşı hamle diyerek kendi silahını en iyi şekilde kullanmayı seçti. 

Peki Türkiye bu karşılıklı hamlelerin büyük ekonomilerin stratejik Savaşları'nın olduğu düzende Dünya'nın neresinde yıllar önce ilk İzmir İktisat kongresinde alınan kararlar,yapılan görüşmeler gösteriyordu ki Türkiye'nin o zaman ki Doğu-Batı bloğunda doğu bloğuna kaymayacağını göstermekteydi ama artık süreç değişti yıllarca bir çok problemi kendi bünyesinde yaşayan Türkiye bu problemleri eğer iktisat çerçevesinden bakarsak karşımıza 94-2001 krizleri çıkacaktır. Tüm bu krizlerin olduğu dönemlerden sonra son 15 yıllık süreçte Türkiye'nin yeni ekonomik hamlelerin yaşandığı şu son zamanlarda kendisini hem tecrübeleri ile hemde şuana kadar yapmış olduğu ekonomik ve kalkınma hamleleri ile bu savaşa karşı kendisini iyi bir şekilde hazırladığı söylenebilir. 

Rusya, ABD ve Avrupa'ya gıda ambargosunu uyguladığı zaman hemen kendisine yeni ticari ortaklar aradı özelliklede Çin,Türkiye,Katar,Suudi Arabistan'a yöneldiğini görüyoruz özelliklede Rusya'nın  Türkiye ile gıda ambargosundan dolayı gerekli olan gıda ihracatını Türkiye'den sağlaması ülkemizin ihracatını olumlu katkıda bulunacaktır. Ve özelliklede bu yıl içerisinde Putinin milyar dolarlık anlaşmaları Türkiye'de yapması Batıya karşı yapılan hamlelerden biri olduğunuda söyleyebiliriz. Bununla birlikte Rusya'nın en büyük bankası Sberbank, dünyanın en büyük projelerinden biri olacak 3'üncü Havalimanı'na 'güven'i sağladığı finansmanla göstermesi ve Banka'nın  İstanbul'a yapılacak olan 3'üncü Havalimanı'na 500 milyon euroluk kredi verilmesiyle ilgili mutabakat zaptını imzalaması Türkiye ve Rusya ilişkilerini a z çok da olsa gösteriyor. Özelliklede Rusya'nın Türkiye,Katar,Suudi Arabistan ile birlikte çok büyük projelere adım atacağı söyleniyor 
Uzmanlara göre ise açıklamalar söyle

4 ÜLKE ABD İÇİN BÜYÜK RİSK 
Rusya'nın Arabistan'da 16 nükleer santral inşaa edeceği belirtildi. Rusya'yı ekonomik anlamda çökerten brent petrol varilinin 44 dolara düşmesi artık tarih oldu. Suudi Arabistan'ın yeni dönemde üretimi azaltacağı ifade edildi. Prens Selman, Suriye ve Esad'la ilgili de Putin'i ikna etti. Suudi Prens'in Türkiye ve Katar'la Suriye konusunda aynı düşüncede olduklarını ve Rusya'nın da bu düşünceleri paylaşmasını istediği iddia edildi. Putin de bu konuda geri adım attı. Kral Abdullah döneminde Arabistan'ı bir eyalet gibi gören Washington, yeni Kral Selman'la birlikte art arda darbeler aldı. Uzmanlar, "Türkiye, Arabistan ve Katar'la, Rusya'nın büyük güç olacağı kesin" dedi.

Sonuç olarak tüm bu gelişmelerle birlikte ABD için Rusya'nın ve diğer Asya ve Ortadoğu Ülkelerinin kolay bir lokma olmadığı anlaşılıyor tabi ki tüm bu ekonomik hamlelerin gün geçtikçe yapılacağı küresel satrançta ülkemizde artık oyunun içinde ki piyonlardan değil belkide bu satrancın içindeki en değerli taşlardan birisi oyun hala oynanıyor galip olan belli değil her gün,her hafta,her ay farklı farklı hamleler yapılıyor Allah bu ülkenin içinde bulunduğu takımı mat ettirmesin

GÜRKAN DANIK