27 Mart 2017 Pazartesi

MİLLİ EKONOMİ KALKINMA VE SOSYAL TOPLUM MODELİ “Büyük Dönüşümün ilk sözleri ve ilk başlangıcı”


  
1908’li yıllarda İttihat ve Terakkinin uyguladığı Milli İktisat Politikası ömrünü yavaş yavaş dolduran 600 yıllık Osmanlı Devleti’nin son 10 yılında uygulanmaya çalışılmıştır. İttihatçıların uyguladığı politika 600 yıllık Osmanlı’nın hiç alışık olmadığı ekonomik hamleler içermiş ve Osmanlı Devleti’nin ekonomik düzenine uyum sağlayamamıştır. Bazı alanlarda özellikle sektörel  alanda tarım konusunda gelişme yaşanmış ama maalesef hasat toplama ve emek kıtlığı yüzünden de bu sektörlerde de uzun vadeli bir başarı elde edilememiştir. Girişimci sınıfı daha yoğun bir şekilde kullanmak ve müteşebbis faaliyetleri arttırmak isteyen İttihatçılar bu alanda sonuç almışlar ama bunun sonucunda da ekonomik yozlaşma ve vurgunculuk büyük boyutlara ulaşmıştır.
Ziya Gökalp’e göre “Türklerin İktisadi sınıflardan mahrumiyeti Osmanlı ülkelerini güçlü hükümetlerden mahrum bırakmıştır. Yönetimler iktisadi sınıflara yaslandıkları oranda başarılı

olurlar çünkü tüccar,sanatkar ve işadamı sırf kendi faydası için hükümetin kuvvetli olmasını ister oysa memurlar sınıfından güç alan hükümetler her zaman zayıf kalacaktırlar çünkü işten el çektirilen memur iş başına geçmek için görevdeki memur ise daha üst bir mevkiye yükselmek için mevcut hükümeti düşürmeye çalışır”.
İttihat ve terakkinin uyguladığı milli iktisat anlayışı 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğunun son demlerinde uygulanan son 10 yıl içerisindeki bir plandır ve uzun vadeli bir çalışma değildir. Düşünülen bu milli iktisat anlayışı ile güzel şeyler planlanıp iyi niyetli sonuçlar alınmak istenmiştir ama ittihatçılar içinde bulundukları durumu yeni inşa edecekleri ekonomik ortamı ve zemini hem algılayamamış hemde uygulamaya koyamamıştır. İşin statiği yoktur zemin güçlü değildir ve ortada son demlerini yaşayan bir devlet vardı. Milli iktisat anlayışı ile yabancı sermaye ülkeye çekilmek istenmiştir ama ülkenin mali alt yapısı ve kurumları zayıf olduğu gibi milli de olamamıştır bu dönemde bankalar nerede ise tamamen levanterlerin elinde idi. Ticaretin geliştirilmeye çalışıldığı bu dönemde dış ticarete önem verilmiş ve kapitalist sisteme ayak uydurulmaya çalışılmıştır. Bu süreç doğrultusunda ciddi anlamda bir dış borçla karşı karşıya kalınmıştır. İç borçlanmaya alışık olmayan Osmanlı para basmak istemiş ve para arzının artışı ise enflasyona neden olmuştur.
Dünyada ki iktisadi faaliyetlere baktığımızda son zamanlarda herkesin makro ekonomik değişkenleri olumlu tutma gibi bir çabası olduğunu görüyoruz ekonominin bel kemiği olarak görülen faiz,enflasyon,ödemeler bilançosu,bütçe açıkları ve finansmanı,işsizlik gibi faktörler dünya ekonomi filminin baş aktörleri olarak yerini alıyor. Ülkelerin ise bu doğrultuda temel amacı makro ekonomik değişkenleri arttırmak yada yeri geldiğinde azaltmak olduğunu görüyoruz.
Gelişmiş ülkeler her ne kadar ekonomik sistemlerini,makro ekonomik durumlarını düzeltmiş olsalarda insanlardan kaynaklanan ve çoğu zihniyetlerin sahip olduğu daha fazlası benim olsun düşüncesi devreye gireceği için bu ülkeler dünyanın tek hakimi bile olsalar asla ekonomik olarak yerinde saymak istemeyecek ki zaten ekonomik konjektür buna izin vermeyecektir.
21.Yy’da ülkelerin farklı stratejiler uyguladıklarını görüyoruz örnek verecek olursak ülkemizde Merkez Bankasının amacının fiyat istikrarını sağlamak iken farklı ülkelerde ise Merkez bankalarının görevi değişmektedir.Kimi ülkelerde enflasyon bariz bir problem iken kimi ülkelerde ise deflasyon problem haline gelmiş bulunuyor 1929 Büyük Buhranından bu yana ekonomik krizlerin tek bir konu üzerinde yoğunlaşmadığını görüyoruz 1970 Petrol krizlerinin yanında 1980 ve 1990’lı yıllar arasında gerek coğrafi konum ve enerji kaynaklarının bahanesiyle yaşanan savaşlar sonucunda bir çok ülke ekonomik buhrana girmiştir.
2000’li yıllarda ise gerek ülkemizde ve diğer ülkelerde de ekonomik istikrarsızlıkların nedeninin büyük bir kısmının devlet yöneticilerinin almış oldukları kararlardan kaynaklandığını görüyoruz Türkiye’de 2001 krizinin ve tüm Amerika kıtasını ve Avrupa’yı etkileyen 2008 krizi bu anlatdıklarımıza iyi bir örnek teşkil ediyor
Gününmüz ekonomilerinde ise ülkelerin zenginleşme de izledikleri yol  ARGE çalışmaları ile birlikte ileri teknoloji üretme ve sahip oldukları enerji kaynaklarını en iyi şekilde kullanmaya çalıştıklarını görüyoruz özellikle 17.Yy’ da Sanayi devrimi ile birlikte enerji kaynaklarına duyulan önem artmış ve petrol yeni dünya teknolojilerinin can suyu olmuştur.Daha sonra enerji kaynaklarının tükeneceği korkusu ile karşı karşıya kalan ülkeler ise alternatif enerji kaynaklarına yönelmiştir.
  Ekonomi dediğimiz olgunun sürekli bir değişim içerisinde olduğunu görüyoruz ve farklı düşüncelerin,ideolojilerin,tezlerin ortaya atıldığı her dönemde ülkeler kendilerini bu düşüncelere göre şekillendirip ekonomik hamlelerini bu düşüncelere göre uygulamışlardır.Dünyamız ise belli bir zaman aralığında Doğu-Batı bloğu olarak ikiye ayrılsada şu zamanda ise Liberalizmin izinden gitmektedir.Zaman daha bize hangi farklı düşünceleri gösterir bilemeyiz ama ekonomi biliminin asla aynı düşüncelerle sabit kalmayacağını kendini zamanın şartlarına göre ayarlayacağının kanaatindeyiz tıpkı iktisat bilimi için söylenen söz gibi İktisat öyle bir bilimdir ki iki farklı zıt düşünce bile nobel ödülü alabilir.
  Türkiye ekonomisine baktığımız zaman Cumhuriyetin ilanı 1923 yılından bu yana sürekli bir değişim içerisinde olmuştur. Günümüze kadar geçen 90 yılı analiz edecek olacak 2000’li yıllara kadar sık sık değişen ekonomi politikaları, 10 yılda bir meydana gelen ekonomik krizleri, sosyal toplum açısından mezhepsel ideolojik çatışmaları ve siyasi istikrarsızlığın baş göstediği koalisyon dönemlerini, darbeleri ve ciddi makro ekonomik bozuklukları görmemiz mümkündür. 2000’li yıllara kadar yaşanan bu sorunlar adeta Türkiye’ye tecrübe kazandırmıştır. Türkiye’nin 2001 krizinden sonra geçtiği Güçlü Ekonomi Planlaması tüm sorunları tamamen kökten silmesede ciddi anlamda Türkiye ekonomisine büyük bir katkıda bulunmuş ve makro ekonomik göstergeler açısından uzunca bir dönem sıkıntı içerisinde olan ülke ekonomisi büyüme rakamları, enflasyon, işsizlik, bütçe açıkları, GSMH ve Kişi başı gelir oranlarında eskiye göre ciddi iyileşmeler yaşamıştır. Her ne kadar ekonomik düzende son 10 yılda ciddi bir toparlanma süreci yaşansada Türkiye ekonomisinin hala çözmesi gereken bir çok problemi mevcuttur. Bunlar cari açık sorunu, enerji kullanımı, üretim ve tüketim kapasitesi, dışa bağımlılık, siyasi ve ekonomik manipülasyon ve spekülasyonlar, bilgi toplumu, ARGE harcamalarının düzeyi ve yeni enerji kaynaklarının kullanımı ile birlikte hedefini tam anlamı ile tutturamayan bazı makro ekonomik göstergeler hala çözümlenmesi gereken sorunlardır.
  Tüm bu sorunlara karşı Türkiye ekonomisini 21.Yy’da daha kuvvetli daha bağımsız ve kendine özgü yepyeni bir vücut-ruh bütünlüğü içerisinde gerçekleşecek Milli Ekonomi Kalkınma ve Sosyal Toplum anlayışını ve modelini öneriyorum.


                                                                                                                        GÜRKAN DANIK

19 Mart 2017 Pazar

İSTİKRARA SALDIRI BAĞIMSIZLIĞA SALDIRIDIR



Bir ülkeyi ülke yapan en önemli faktörlerden biri hiç şüphesiz bağımsızlıktır. Bağımsızlık ise istikrar ile beslenir ülkemize ise şuanda yapılan tüm sindirme ve operasyonel faaliyetlere baktığımızda istikrarımıza saldırdıklarını görüyoruz ve bu saldırı öyle bir boyutta gerçekleşiyor ki adeta küfür milleti Ülkemizin hem siyasi hem de ekonomik istikrarına saldırıp toplumunda sosyolojik ve psikolojik yapısını etkilemeye çalışıyorlar Ülkemiz siyasi sistem olarak büyük bir dönüşüm süreci yaşıyor 16 Nisan’da yapılacak referandum sürecinde milletimiz kendi özgür iradesi ile EVET ve hayır tercihini kullanacak siyasi istikrarımıza yönelik son dönemlerde yapılan manipüle çalışmaları şu son süreçte büyük bir hız kazandı. Muhalif kesimlerin maalesef içi boş ve düşüncesiz bir şekilde ortaya attığı teoriler ve söylemler maalesef ülkemizin prestijini düşürücü etkiler yaratıyor özellikle son bir yılını çok ciddi eylemlerle kalkışmalarla ve hain darbe girişimi ile olağanüstü bir şekilde geçiren ülkemiz ciddi bir kırılganlık süreci yaşarken bu tarz söylemlerin yapılması siyasi istikrarımızı olumsuz etkilemekte bir siyasi parti liderinin hala yeni sistemi tam anlamı ile kavrayamayıp kendini gülünç duruma düşürmesi,Hollanda ve Almanya'nın bakanlarımıza yönelik takındığı olumsuz tavır yine bu süreci etkilemekte...

Ekonomik istikrar ise çok daha farklı bir boyutta eğer ki ülkemiz son 10 yıllık süreçte ekonomik argümanlarını geliştirmeseydi cidden bu süreçte ekonomik olarak çok daha büyük sıkıntılar yaşayabilirdik döviz kurlarında son 6 ayda meydana gelen ani yükselişler yurt dışı ve yurt içinde ki gelişmeler Brexit süreci,ABD seçimleri,FED faiz kararları ve spekülasyonları yurt içinde olağanüstüsü hal durumu, referandum süreci vb her şeyin üst üste gelmesine rağmen hala ülkemizin döviz kurunu kontrol altında tutmaya çalışması ve herşeye rağmen ülkemizin onca baskı,sindirme,manipülasyon ve spekülatif hareketlere karşı dimdik durması... Eğer ki ekonomik olarak IMF'ye olan borç ödenmeseydi, faizin yıkıcı etkisi hafifletilmeseydi,merkez bankası rezervleri eski düzeyinde olup hiç birikim yapılmasaydı ekonomik olarak çok daha büyük sıkıntılar tam da bu süreçte bizi alt üst edecekti şimdi bile dolar silahını kullanarak,kredi derecelendirme kuruluşlarını kullanarak bizleri hedef alıyorlar terör eylemlerini artık tamamen ekonomik sistem ve finansal istikrar üzerinden gerçekleştirip bizleri eli boş bırakmak istiyorlar ama bu beyhude çabaları bu kadim milletin ruhunu bilmedikleri için hep ellerinde patlıyor ve perde arkasından planladıkları oyunlar tek tek bozulunca çıldırıp deliye dönüyorlar ve daha çok döneceklerde 

Kendimizi de bu süreçte geliştirmek mecburiyetindeyiz özellikle bu milletin gençliğine çalışıp çabalayıp yeni projeler ve fikirler ortaya atmak bu yeni yüzyılda gençliğin en büyük KIZILELMASI olmak zorunda ülkemiz hala cari açık problemi ile karşı karşıya hala bazı mallarda dışarıya bağlıyız enerji alanında yeni çalışmalar gerekiyor ve dolarizasyonun önüne geçmemiz gerekiyor TL yi korumak ülkemizde yaşayan her bireyin asli görevi olmalıdır. Milletimiz artık kendi üretim ve tüketim alışkanlığına çeki düzen vermeli olur olmaz lüks yaşantı,tembellik,israf bunlardan uzak durulmalı bu kavramları her ne kadar soyut görenler olsada bu etkenlerin ekonomik yaşantı üzerinde ciddi etkisi olduğu asla unutulmamalıdır. Ekonomi de unutulan ve literatürde adeta yasaklanan Ekonomi Ahlakı benimsenmelidir.  

Yeni sistem siyasi istikrarı beslediği an ekonomik istikrarı da besleyecektir. Çünkü bu iki kavram birbirleri arasında aynı etki-tepki olayı gibi birbirleri içinde var olan unsurlardır. Yeni sisteme, siyasi dönüşüm sistemine güveniyorum ve vereceğim karar da belki bir çok çalışmamda söylediğim gibi EVET olacak bu benim şahsi kararım ve kendime göre de nedenlerim var ama bu demek değil ki hayır diyecek tüm bireyleri dışlıyoruz onları ikinci plana atıyoruz asla böyle bir düşüncemiz yok ve olmayacakta bu milletimizin kendi hür iradesi ile vereceği asli bir karardır ve tercihtir. Ülkemiz de kendini var eden asil milleti ile bu yeni siyasi sistemi oylayacak ve kendi geleceğini kendisi dizayn edecektir. 

Kızılelma'ya Selam Olsun 
Gürkan DANIK / 19.03.2017

4 Mart 2017 Cumartesi

AHLAK EKONOMİNİN İTİCİ GÜCÜDÜR



17.Yy da sanayi devriminin başlaması ve Adam Smith'in ekonominin incili olarak kaleme aldığı "Milletlerin Zenginliği" yapıtı ile ekonomik düzenin, piyasaların ve iktisat politikalarının başladığını literatür kaynaklarından ulaşmaktayız.  Ahlak dediğimiz kavram aslında ekonominin en büyük itici gücüdür çünkü ortaya atılan her bir düşünce,teori ve fikir ülkelerin ekonomi anlayışını derinden etkilemiştir. Kapitalizmin temel zeminini oluşturan ahlak şüphesiz Protestan ahlakıdır. Martin Lutherin ortaya attığı fikir dönemin katolik zihniyetine ve kilise baskısına karşı çıkmış faize ses çıkarmamış ve karı da üretim kadar kutsal görmüştür ayrıca Protestan zihniyetin barındırdığı disiplin, birikim yapma ve özel mülkiyet anlayışı kapitalizmi beslemiş ve bu olguyu büyütmüştür ama zamanla bu Protestan ahlakı anlayışını kaybeden kapitalizm içinde yaşayan bireyler aşırı birikim sonucunda şımarmış çalışma anlayışı ve disiplini kaybetmiş bireyler hazırcılığa alışmış kötü alışkanlıklara sahip olunmuş ve kapitalizm kendi içinde kendi ahlaki felsefesini kaybederek kontrolsüz olarak büyümüştür. Özellikle Avrupa kıtasında görülen bu durum Asya kıtasında farklı gelişme göstermiştir özellikle Asya kaplanları olarak bilinen Malezya,Japonya,Tayland,Güney Kore gibi ülkeler Protestanlık ahlakından farklı olarak yeni bir ahlaki anlayışı benimsemişlerdir.  Konfüsyüçlük gibi ahlaki akımlar ve bu akımın bahsettiği ekonomiyi canlandıran çalışma ve erdemliliği savunan anlayışlar günümüzün Asya ülkelerinde ki ekonomik gelişme ve büyüme oranlarının zeminini oluşturmuştur. Max Weber ekonomik gelişmeye katkı sağladığına yönelik Protestanlık ve Yahudiliği savunurken Katolik inancı ve İslam dininin benimsediği kuralların ekonomik gelişmenin önüne engel olduğunu savunmuştur. Bu anlayışı savunmasının en önemli nedeni Katolik ve İslam dini görüşlerinin faizi yasaklamasıdır faiz ahlaki olarak kötü bilinirken Yahudilik ve Protestanlık görüşlerinde faiz ile ilgili olumsuz yorumlar yapılmamıştır. İslam dini ise faizi yasaklamakla kalmayıp faiz ile ilgili olarak sert ve kesin kurallar ortaya koymuştur. Kuran-ı Kerim'de de faiz ile ilgili olarak 

"Ey İman edenler Allahtan korkun ve artık faizin peşini bırakın eğer gerçekten müminler iseniz " hükmü geçerlidir. 

Bu ayette de görüldüğü üzere faizin kesin yasak olduğu belirtilmiştir. Max Weber İslam ile ilgili görüşlerini açıklarken İslamın içinde barındırdığı çalışma anlayışı, tembelliği reddeden görüşü ve helal kazancı görmezden gelip üstün körü bir açıklama yapması Weber'i eleştirdiğimiz noktalardır. 

Weber'in çalışma ve disiplini ön plana koyarak övdüğü Protestanlık anlayışının aynı benzeri İslam literatüründe de mevcuttur. En büyük İslam literatürü Kuran'ı Kerim'de çalışmayı teşvik edici tembelliğe ise karşı olarak bir çok ayet geçmektedir. Örnek olarak İnşirah süresinin 7. Ayetinde "Feiza ferağte fensab " Boş olduğunda tekrar kalk ve yorul asla boş durma ayeti ile çalışmayı teşvik etmek boş zamanı değerlendirmek öğütlenmiştir. 


Tüm ekonomilere ön ayak olan ve hareket noktası olarak gösterilen ekonomi ahlakı bölgelere göre farklı bir anlayışta olduğunu söyledik. Dünyanın her yerinde hakim olan kapitalizm anlayışı ve onu besleyen Protestan ahlakı ve bazı Asya ülkelerinin Konfüsyüçlük anlayışını ve ahlaki görüşünü ekonomilere yansıtıp ekonomik büyümeye katkı sağladıklarından bahsettik. 
Türkiye ve bir çok İslam ülkesi de kendi ekonomi ahlakı anlayışını oluşturmalıdır. İslam literatüründe geçen tüm kural ve kaideler ciddiye alındığı zaman ekonomik büyümeye ciddi anlamda katkı sağlanacaktır. Yüce dinimiz İslamın kapitalizmin ahlakını oluşturan Protestanlık anlayışından çok daha üstün,ilkeli ve ahlaklı bir anlayışı vardır. Ekonomik birikim yapmak , ekonomik büyümeyi sağlamak sadece faizi serbest kılmaya bağlı değildir. Dünyayı faiz gibi bir boşluğa atan lobicilerin kurduğu oyun tarih boyunca varlığını sürdürdü faizi ortadan kaldırmak günümüz ekonomik düzeni için çok büyük bir ütopya ,ama faizin mevcut etkisini kırmak mümkün tüm dünya ülkelerinden farklı olarak yeni bir ekonomi ahlakı kurmak şarttır. Türkiye ve diğer tüm İslam devletlerine İslam ekonomi ahlakını yeni düzenlemelerle öğretmek ve sistemin tam anlamı ile oturtulması gerekmektedir. Sistemde faiz Kuran'ı Kerim'de geçtiği gibi yasaktır. Bununla birlikte İslam Ekonomi ahlakının çalışmaya, helal kazanca, disipline verdiği önemler ön plana çıkarılacaktır.