20 Aralık 2016 Salı

ÖLECEĞİZ AMA YALNIZ GİTMEYECEĞİZ


Tarih boyunca Türklerin ev sahipliğinde bir çok millete kucak açmış olan bu kadim Anadolu toprakları bir çok vatan evladı yetiştirdiği gibi kendi içerisinde yine aynı şekilde bu toprakların ekmeğini yemiş suyunu içmiş ama bu topraklara göz diken emperyalist ve sömürücü zihniyetin köpeği olmuş hain sıfatını bile utandıran varlıkları görmek de bu toprakların nasibi oldu. 

Yavuz Bülent Baki'ler hocamızında Anadolu şiirinde söylediği gibi  

"Zaman zaman nankör çıktı büyütüp okuttuğum, 
Gölge vermedi çok kere diktiğim ağaç... "

Şimdi ise bu toprakların üzerinde öyle bir oyun oynanıyor ki belki Anadolu tarihinde böyle bir saldırıyı görmemiştir. Adeta binlerce yıllık kinin,öfkenin hazımsızlığın şekil bulduğu bu savaş artık çok daha farklı sahalara ve farklı boyutlara ulaştı. Daha önce kolunuzun kas kuvveti kadar karşınızdaki ile mücadele eder ve fetihleriniz ise bu doğrultuda olurdu şimdi işin boyutu askeri alandan daha ziyade hem psikolojik savaşa hemde ekonomik ve siyasi bir kapışmaya döndü ülkemizde ve dünyada yaşanan son gelişmelere baktığımızda küresel güçlerin artık daha acımasız olduğunu görüyoruz dünya coğrafyasında nerede bir enerji nerede bir zenginlik nerede bir kaynak var ise orada ismini cismini bilmediğimiz adeta bölgenin piyonu olmuş örgütleri görüyoruz önce örgüt kuruluyor sonra yapılan eylemlerle kan dökülüyor toplumun psikolojisi alt üst ediliyor zaten darmadağın olmuş bir ülkenin ekonomiside yerin dibine batıyor aynı anda üç alandan üç saldırı gerçekleşiyor sonra bu kendini insan hakları savunucusu zanneden demokrasinin yılmaz bekçileri (!) kendi reklamını çok güzel yapıyor sonra size yardım paketleri gönderiyorlar sizden ,size ait olan her şeyi kat kat alıp bide size sadece zerresini verip adeta size küfrediyorlar. 

15 Temmuz gecesi, şairinde dediği gibi gökteki yıldızları çalıp omuzlarına takan ve kendine asker diyen hainlerin ve onların tasmasını tutan zihniyete adeta bir tokat olmuştu askeri alandan elde edemedikleri ve hezimete uğradıkları bu durum onları yeni bir plan arayışı içerisine soktu Orta doğu da taşların yeniden dizildiği bu süreçte Türkiye bu oyunun dışına itilmeli ve Türkiye Orta Doğu da söz sahibi olmamalıydı Fırat Kalkanı operasyonu sonrası adeta şaşkına dönen küfür milleti yolbaşcıları şeytanın izinden giderek hainane planlarını devreye soktular son yaşanan terör saldırıları ile 50'yi aşkın vatan evladımızı Can'larımızı bizden kopararak bizleri psikolojik olarak alt üst etmeye çalışıyorlar bu ülkenin moralini bozup bizi kendi üzüntümüzle meşgul etmeyi Halep ve diğer Orta doğuda ki planlarını bu şekilde yürütmeyi amaçlıyorlar ve bununla da kalmayıp AB ile ilişkileri artık son noktaya gelen ve kendine yeni alternatifler arayan Türkiye'nin Rusya ile yakınlaşmasından korktukları için Büyükelçiyi öldürüyorlar tüm bu yaşananların akabinde ise güvensizlik ve istikrarsızlık spekülasyonlarını yayıp bir de ABD tarafından da FED silahını kullanıp döviz kurları yolu ile ekonomiyi hedef alıyorlar. 

Sözün kısası her taraftan her alandan saldırıyorlar ve saldıracaklarda ve bunu yaparkende hiç kimseye acımıyorlar  ama biz inanıyoruz ki Zalimin sonu geldikçe zulmüde artar bu kadim topraklar kana alışkın sınırları da kanla çizildi toprakları da kanla sulandı ama bu toprakların üzerinde hep biz olduk gene biz olacağız kanımız akacak doğru öleceğiz hak yolunda yiğitçe öleceğiz ama yalnız gitmeyeceğiz şehitlere bahşedilen cennet yolunda giderken de namertleri hainleri kalleşleri cehennem çukuruna gömüp öyle gideceğiz. 

Kızılelmaya Selam Olsun

Gürkan DANIK/ 20.12.2016

9 Aralık 2016 Cuma

KAPİTALİZMİN VE SÖMÜRÜNÜN ÇARKINA ÇOMAK SOKALIM

Son günlerde ekonominin nabzına baktığımda Üstad Necip Fazıl'ın şu sözü hep aklıma geliyor "Dağı tanıyan nasıl bilmez uçurumu her yükselişin bir inişi olmaz olur mu" 

Küresel dünya şekilleniyor ve bir o kadar da acımasız olmaya devam ediyor artık kurallar belli ve bu yeni düzende güçsüzlere yer yok son bir kaç aylık süreçte herşey bir anda yaşanıp herşey nasılda oldu bittiye geldi değil mi ? İngiltere'nin AB den çıkışı ABD'de Trump'ın zaferi, Orta doğu da ki ani hamleler, OPEC'in aldığı yeni kararlar, AB-Türkiye ilişkilerinin kopma noktasına gelmesi ve alıp başını giden döviz kurları aslında Üstad Necip Fazıl'ın bu sözü dolar için neredeyse bire bir uyuşuyor 

Yaşanan tüm bu ekonomik ve siyasi sonuçlar ülkemizde özellikle döviz kurlarında inanılmaz bir yükselişe neden oldu dolar 3,59 seviyelerini görürken Euro ise 3,80 seviyelerini aştı tabiki bu durumda felaket tellallığı yapanlar susar mı hemen görevlerini en iyi şekilde yerine getirdiler öldük,bittik, battık bizi silip süpürecekler ve daha neler neler şimdi işin derinine inelim ve sizlerle bir senaryo yazalım ve en üstten en aşağı doğru giderek bu kargaşaya çözüm bulmaya çalışalım 

Öncelikle ABD seçimleri sonucu politik söylemleri ile kendini parlatan Trump sürpriz bir şekilde ABD Başkan'ı oldu tabi ki şu sözümüzü de hemen hatırlayalım "ABD'yi devlet Başkan'ları yönetmez" seçim sonuçlarından sonra bir haftada kendi rekorunu defalarca kez egale eden dolar Türk lirası karşısında ciddi anlamda değer kazandı ve kuru 3,50 seviyelerinde gördük birde OHAL süreci başkanlık sistemi ve seçim tartışmaları derken seviye 3,59 lara kadar tırmandı. Peki sonra ne oldu bu çıkışı fırsat bilen kapitalizmin kar anlayışına kendini kaptıran ve adeta 3 kuruş için Vatanını satmaya razı olan zihniyetler dolara yüklenmeye kalktı ki bunlar yaşanırken bazılarıda sınırların ötesinden avuçlarını ovuşturmaktaydı. 

Yeni dünyada artık saldırının hem yönü hem de şekli değişti sömürgeciler kendilerine yeni kaynak bulmak için gözlerini bu kadim topraklara çevirdi ve saldırı şekillerini ise finans sistemi ve ekonomik düzen oldu eskiden kolunuzun kas gücü kadar fetih gücüne sahip olabilirdiniz ama yeni dünya düzeninde ekonomik saldırılar, spekülasyon ve manipülasyonlar ve siber ortam saldırıları en popüler saldırı yöntemleri oldu ve bu yollarla milyarca kazanç anlık ve saniyelik aklandı ve aklanıyorda 

İşin mantığı çok basit aslında sizi bir borç yüküne sokmak ve sizi bu üstesinden gelemeyeceğiniz borçlar doğrultusunda size istenilen herşeyi a dan Z ye yaptırmak önce ülkenizin döviz kurları ile oynarlar bunu spekülatif hareketlerle, kredi derecelendirme kuruluşları ile vb tüm unsurlarla sağlarlar yabancı sermayeyi sizden çektikçe kur oranları alır başını gider sonra bu zihniyet sizin ithalatınızı kısamayacağınızı çok iyi bilirler ithalatı da yabancı para cinsinden yaptığınıza göre yükselen kurlarla maliyetinizi yükseltirler, maliyet arttıkça bütçenizden veya vergilerle bunu karşılamaya başlarsınız ülke içi fiyatları arttırmak zorunda kalırsınız,merkez bankasının rezervleri ile doların ateşini kısmaya çalışırsınız yani işin özü emperyalist zihniyetin yaptığı küçücük bir spekülasyon ve bi de bunu etkileyen olağan üstü bir olay, döviz kurundan başlayıp enflasyonunuzu,fiyatlarınızı, vergilerinizi ve bütçenizi etkileyen bir olaylar silsilesine kapılır gidersiniz. 

Bu bahsettiğimiz durum ülkemizde defalarca kez yaşandı ülkemizin üç kuruşa muhtaç olduğu IMF kapılarında bekletildiği ,zamanın siyasetçilerinin dediği gibi 70 centte muhtaç kaldığımız dönemlerin üzerinden çok zaman geçmedi hepsi daha dün gibi aklımızda araçlar değişsede bu ülkenin üzerinde oynanan oyunların amacı hiç bir zaman değişmedi. 

Günümüz koşullarında yaşanan son sürece baktığımızda artık yapılan hamlelerin ne kadar sert ve acımasız olduğunu görüyoruz ama eski Türkiye'nin çoktan değiştiğini de görüyoruz emperyalist sömürgecilerin karşısında artık yumuşak başlı bir Türkiye yok artık herşey oyunun kuralına göre ve daha da önemlisi artık Milletimizin karekteristik özelliği de değişti. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında bu ülkenin insanları içinde barındırdığı milli benlik duygusunun farkına vardı. Darbelerle yıllarca korkutulan,ezilen, hor görülen halk bu tür oyunlara artık dur demeyi çok iyi öğrendi. Bu da kuşkusuz büyük bir lider doğrultusunda Cumhurbaşkanı'mız Sayın Recep Tayyip Erdoğan sayesinde gerçekleşti. 

En basit örneği ile dolar 3,59 seviyelerine çıktığı zaman boz doları kampanyası ile kısa vadeli bir önlem alındı ve olumlu gidişat kendisini gösterdi dolar 3,40 seviyelerine kadar geriledi. Borsa İstanbul'un varlıklarını TL'ye çevirmesi, enerji alanında ki ticaretin TL ile yapılmasına yönelik kararın alınması bunların hepsi bu milletin milli benliği ve cesaretine yönelik en önemli göstergedir. 

Yeni dünya düzeninde kısa vadeli önlemlerden daha ziyade uzun vadeli önlemler almamız gerekiyor özellikle dışa bağımlılık artık azaltılmalı ve yerli üretim ve tüketim alışkanlıkları baştan başa değişmeli ve kapitalizmin kurduğu tuzaklara karşı önlemler alınmalıdır. Cari açığın en büyük nedeni olan enerji alanında kendi öz kaynaklarımızı kullanmayı öğrenmeliyiz. Coğrafi konumumuzun risk primi her ne kadar yüksekte olsa enerji ulaşımı için önemli bir yer edindiğimiz için bizden vazgeçemeyecektirler ama bizim üzerimizde oyun oynamaktanda vazgeçmeyecektirler sömürgecilerin amaçları bu ülkeyi istedikleri gibi yönetecekleri bir pazar haline getirmek ve bu ülkenin kaynaklarına çöreklenmektir. 

Yeni nesil tüm bu oyunların artık farkında olmalıdır. Yıllarca yetiştirdiğimiz her bireye ilkokuldan üniversite çağına kadar tarih,edebiyat,coğrafya vb birçok sosyal bilim öğrettik ama bu nesile hiç bir zaman temelden bir ekonomi ve finans eğitimi göstermedik yeni nesil cebindeki parayı nasıl harcaması gerektiğini bilmediği için pervasızca harcamada bulundu ve nesil büyüdükçe tüketim çılgınlığı aldı başını gitti sonra bindiğimiz araba, kullandığımız telefon, giydiğimiz kıyafeti bile dışarıdan aldık ithal ettik ve sonrada dışa bağımlı hale geldik. İsraf etmemeyi,tutumlu olmayı, erdemli olmayı,çalışkanlığı,tasarruf etmeyi inancımız temel kaideleri olmasına rağmen öğrenemedik. Bu yüzden artık yeni nesil ekonomi ilmini, iktisat bilimini üniversitede değil daha erken bir düzeyde iken tanımalıdır. Eğer biz bu bireylere küçük yaştan cebinde ki parayı nasıl kullanacağını ve inançlarımız doğrultusunda bir ekonomi ahlakı öğretirsek tüm sistemi en alt seviyeden en üst seviyeye kadar etkiler ve kapitalizmin ve sömürün çarkına çomak sokabiliriz. 

Kızılelmaya Selam Olsun 

GÜRKAN DANIK






27 Kasım 2016 Pazar

21.YÜZYILIN DÜŞÜNCESİZ HASTA ADAMI


Gönül coğrafyalarımızdan süzülüp aklımıza gelen cümleleri yazmadan önce Üstad Necip Fazıl'ın şu sözünü bir hatırlayalım "Tutuşturanlar lügat kitabını elime,
Bilsinler Allahtan başka bilmiyorum kelime." 

Son günlerde küresel dünyanın sözde senaristlerinde bir telaş bir endişe bir korku görüyoruz istedikleri senaryolar gerçekleşmeyince ne yapacağını bilemeyen bu oyun yazarlar düşüncesiz ve mantıksız kararların altına imza atıyorlar gündemin en taze konusu olan Avrupa Birliği parlementosunu Türkiye'ye yönelik almış olduğu kararlar bunun en güzel göstergesi malum parlemento almış olduğu son kararla birlikte Türkiye'ye yönelik müzakereleri geçici olarak durduğunu söyledi. 
Bir noktaya değinmek istiyorum ülkemizde bu konu ile ilgili yorum yapan ve kıyametleri kopartan ve Avrupa olmazsa biz bir hiçiz diyen sözde aydınlarımız(!) bu tür söylemlerde bulunurken maalesef tek taraflı düşünmekten ileri gidemiyorlar. Konuya siyasi bir gözden daha ziyade ekonomik olarak baktığımızda bu sözde aydınlarımızın şikayetlerinin dış ticarete yönelik olduğunu görüyoruz Türkiye'nin Avrupa ile olan ticaretinin %40 oranında olduğunu ithalatının büyük bir kısmının özellikle hammadde ithalatının Avrupa'dan sağlandığını ve AB ile ilişkilerin bitmesi durumunda yurtiçinde ki mal ve hizmetlerin aksayacağını fiyatların alıp başını gideceğini ve Türkiye'nin bir kriz ortamına girebileceğini söylüyorlar 

Yapılan analizleri kesinlikle görmemezlikten gelemeyiz ve yapılan bu analizlere yanlıştır da diyemeyiz ki hepsi baştan sona doğrudur ama tekniği yanlıştır. Bununda nedeni olaylar silsilesine tek taraflı bakmaktan kaynaklanmaktadır. Türkiye'nin Avrupa ile olan dış ticaret oranı %40 ı aşkındır. Ama bu duruma Avrupa yönünden de bakmak gerekir sizce Avrupa bu denli yüksek bir oranda ticaret yaptığı ortağını pazar sahasından çıkarabilir mi? Avrupa Türkiye'den olan kazancını elinin tersi ile itebilir mi ? Hemde AB için tehlike çanlarının çaldığı İngiltere'nin çıkıp gittiği, bazı ülkelerin sağ-muhafazakar kesimlerinin AB'den çıkmaya yönelik referandum önerilerinin sunulduğu bu süreçte Avrupa en büyük pazarı olan Türkiye'yi görmezden gelebilir mi ? Unutmayın ekonomi ilminin en büyük ve en temel kanunları talep ve arza dayanır. Piyasada, talep de bulunan pazarınızı kaybedersiniz sizin yaptığınız arzın ne önemi olur bunu sözde aydınlarımız güzelce oturup düşünsünler bununla birlikte Türkiye kapısının kolunun mülteci kapısının koluna bağlı olduğunu unutmayalım Avrupa kapatacağı kapının kendisi için nelere mal olacağını iyi bir şekilde analiz edip mantıklı kararlar vermek zorundadır.  

Türkiye'nin yapması gereken en önemli hamle ise kendisine yeni ticari ortaklar bulmaya yönelik olmalıdır. Bu doğrultuda Şangay Birliğine yönelik çalışmalar ve sıcak ilişkilerin kurulması ve 2017 yılı için Türkiye'ye eneji kulübünün dönem başkanlığının verilmesi kısa vadede olumlu bir izlenimdir. Ama unutulmamalıdır ki bu birliğin en büyük yönlendiricileri Çin ve Rusya'dır ve bu ülkelerin Türkiye'ye yönelik tutumları çok esnek ve anidir. Yapılması gereken bir zamanlar Turgut Özal'ın karış karış gezdiği Orta Asya toprakların da gerçekleştirmeye niyetlendiği bir hayali TÜRK BİRLİĞİNİ gerçekleştirmektir. Bu aslında hayal değil bir Kızılelmadır. 

Sayın Cumhurbaşkanı'mız Recep Tayyip Erdoğan'ında söylediği gibi biz kararlarımızı alırken Hakkı'n ve Halkın sözüne bakarız Necip Fazıl'ın da dediği gibi bizlere lügat kitaplarını,kendi aldıkları kararları tutuşturup dayatanlar bizim için yok hükmündedir. Biz sadece önümüze bakacağız ve bu 21.Yüzyılın Düşüncesiz Hasta Adamı olan Avrupa Birliği neler yapacak akıbeti ne olacak bunları gözlemleyeceğiz.

GÜRKAN DANIK 


21 Kasım 2016 Pazartesi

BİR BÜYÜK DAVA "KIZILELMA"


Kızılelma yok mu tabiki vardır. 
Ama onun semti başka diyardadır 
Zaman'ı Mefkûre Seması Hayal 
Bir gün gerçek ama şimdi masal...

                                      Ziya Gökalp

Bir davamız var bizim taki kökleri Kâlu Belaya ilk insana dayanan ve öyle bir dava ki tüm cihana nam salmış kutlu bir millete rehberlik eden yol gösteren dava KIZILELMA, o Kızılelma ki bu kadim toprakların üzerinde şerefle yaşama ve yaşatma davasıdır. Ecdadın gönül coğrafyasının yerleşim merkezidir. Hakkın Hakanı götüreceği yerdir. O Kızılelma ki Ziya Gökalp'in içindeki cayır cayır yanan bir duygu Şanlı Osmanlı'nın topraklarının pare pare elden gittiği zamanlarda bu acıya dayanamayıp intihara kalkışan Gökalp'i öldürmeyen yaşatan davadır Kızılelma..

Kavramları unutuyoruz neleri unutmuyoruz ki 21. Yüzyılın acımasız dünyasında insanlık bile kendini kaybediyor unutuyor bazen, işte yaşadığımız ortam bu denli acımasızken artık bazı unutulan kavramları gün yüzüne çıkartıp bu milleti tekrar bir titretmek gerekiyor 

Şeytan hiçbir zaman peşimizi bırakmıyor ilk insanın varoluşundan bu zamana denk hiçbir zaman bırakmadı insanlık varoldukça kötülükte varoldu iyinin karşısına kötü, mazlumun karşısına zalim hep çıktı ve çıkacakta çünkü evren zıtlıklara tabidir. Şeytan her zaman yüz değiştirecek belki bir birey belki bir topluluk belki de insanlığın içinde kin,nefret haline gelip diğer insanlara zarar veren bir duygu olacak ve bu süreç ahir zamana kadar da böyle sürüp gidecek 

Hz Adem dünyaya indirilmeden önce büyük bir yolculukta idi alemleri gezdi ve her gezdiği mekana bir tuğ dikti her tuğa ise şeytan bir askerini gönderdi işte insan ayak bastıkça yeryüzüne,şeytanda hemen ardından gelmekte 
Hz Adem yolculuğa çıktığı zaman o yolculukta kullandığı araca ayak bastığı her yere biz Kızılelma dedik ve işte binlerce yıllık olarak bilinen ama aslının İlk insana ilk ATA'mıza kadar gittiğine inandığımız Kızılelma davası böyle başladı. Türk milletinin binlerce yıl boyunca kullandığı Kızılelma ülküsü Türk telakkisinin gündoğumundan günbatımına kadar her yer Türk yurdudur anlayışının doğmasına neden olmuştur. Kadim Anadolu topraklarında varolan sonra Tanrı Dağlarını mesken tutup tekrar Malazgirt'le Anayurtlarına geri dönen Türk milleti, ayak bastıkları heryere adaleti ve kendisine has töresini götürmüştür. Dünyada şuana kadar gelmiş geçmiş tüm Türk Hükümdarların amaç ve kaideleri yaşadıkları döneme göre değişiklik göstermiştir. Ama hiç kuşkusuz Türk'lerin en büyük amaçları gerçekleştirme arzusu İslamiyet'i kabul etmeleri ile başlamıştır. Türklerin İslamı kabul etmesi zor bir süreç olmamıştır. Türklerin İslamiyetten önceki yaşayışları, inançlarındaki kaideler, sosyo-kültürel özellikleri İslamiyet ile paralellik taşıyordu. Allahü Zülcelâl Hazretleri, Kuran’ı Kerim’de, öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever buyurmuştur. Bin yıllık gelenek olan Kızılelma inancı İslamın hilali ile bütünleşmiştir. Yalvacımız Hz. Muhammed (S.A.V) in de bir Kızılelması vardı. Cahiliye dönemine adeta bir güneş gibi doğan Allah Resulu hak bildiği davayı yine ki gündoğumundan günbatımına kadar heryerde haykırdı. Allah katında din İslam'dır emrini gönülden gönüle yayılmasına aracı etti. 

Şüphesiz Türkler için en büyük kızılelmalardan birisi tarih boyunca bir çok hükümdarın arzuladığı Peygamber Efendimiz S.A.V övgüsünü kazanabilmekti. 
Ertuğrul Gazi'nin Hayme anaya Denizleri aşacağız devlet olacağız ana demesi Peygamber Efendimizin övgüsünü almak için yola çıkacağız demekten başka bir anlam taşımıyordu. 
Yıldırım Beyazıt mahlasına yakışır ordusu ile İstanbul Surlarına gelirken yine aklında o kutlu övgüye ulaşmak vardı ve çağ açıp çağ kapatan büyük komutan Fatih Sultan Mehmet Han bu övgüye nail olacak ve artık İslamın sancağını üç kıtaya yaymak için yeni bir kızılelmaya adım atacaktı. Bazıları Kızılelmayı efsane olarak tanımlayabilir anlatılan tüm bu olaylar silsilesinin akli mantık olarak ispatlanmasını isteyebilir. Bizim inançlarımız aklımızın önündedir bunu unutmamak gerekir çünkü bazı durumlarda biz aklımız ile hareket edemeyiz duygularımızı ön plana koymak mecburiyetindeyiz yoksa ne amaçlarımıza ulaşabiliriz ne de layıkı ile inançla yaşayabiliriz. İnsanları motive edecek bir güce ihtiyaç vardır. Kızılelma ülküsüde böyle bir motivasyon unsurudur. Varılmak istenen yer, bir özlemdir. Türk milleti binlerce yıldır bozkır topraklarda atları ile kadim coğrafyaları bir uçtan bir uca gezdi. Yeryüzünde şerefle ve onurla yaşama ve yaşatma davasını güttü İslamiyeti benimseyen Türk devletlerinin amacı dünyaya hakim olmak değil İlahi Kelimetullahın izinden gitmek idi. Osman Gazi'nin Orhan Gaziye dediği gibi Oğul Bizim Davamız Allah yoludur bizim davamız kuru kavga ve cihangirlik değildir. İşte bu söylem bize en büyük Kızılelmayı göstermektedir. Bütün cihanı hükmeden ecdadımızın bu töresini günümüze uyarlamamız gerekir Devletin,iktisadi yaşamın,sosyal toplumun ve yaşayış biçiminin de bir Kızılelması olmalıdır. 

DEVLETİN KIZILELMASI

Devlet dediğimiz kavramı sadece belirli bir toprak parçası üzerinde belirli bir insan topluluğuna,iç ve dış egemenliğe sahip olup teşkilatlanmak olarak basit bir kavram ile açıklayamayız. Yapılan açıklama doğrudur ama eksiktir. Devlet kavramı tarihsel bir sürecin hatta tarihin ta kendisidir. İnsanoğlunun varoluşundan bu yana geçen zamanda Devlet hep kronolojik bir karakter sergilemiştir. Yani insanın olduğu yerde Devlet, Devletin olduğu yerde insanda olacaktır. Kızılelma ülküsünün Devlet düzeni için ortaya koyduğu kaide çok basittir. Yönetim anlayışını belirleyen kemikleşmiş bir yapı binlerce yıllık tarihimizde saklıdır. Devletin en büyük Kızılelması öncelikle ADALET olmalıdır. Adil, hakça ve dürüstlüğe dayanan sistem işleyişine ihtiyaç vardır. Eşitlik kavramı bize uzaktır çünkü eşitlik adalet değildir. Herkese eşit davranamıyız her insana aynı muamele ile davranamaz aynı yükümlülükleri uygulayamayız çünkü günümüzün dünyasında kişiler aynı şartlara aynı gereksinimlere sahip değildir. Bir kişinin kaldırabileceği bir yükü eşit olsun diye o yükü kaldırabilecek kapasitede olmayan bir insana yükleyemeyiz. Eşitlik ilkesi burada zedelenir mutlak iyiliğe bizi götürmez ana kaide adil olmaktır. Herkese hak ettiği gibi davranmak iyiliğe iyilik ile kötülüğe ise kötülüğün bedeli kadar bir ceza yada yaptırım uygulamak gerekir bu da ancak adalet kavramı ile gerçekleşir. Ecdadımız gönül coğrafyalarındaki yerleşim merkezlerine (Kızılelmaya) adım adım yürürken gittikleri her yere adaletide götürdüler bu adalet anlayışını sadece yönetim sistemlerinde değil tüm sosyo-kültürel yaşantılarına uygulayıp törelerinde değişmez bir kural haline getirdiler. Allah'ın (C.C) en büyük isimlerinden (El-Adl) ve emirlerinden olan adil olmak Devletin ve yöneticilerinin hedef koyacağı en büyük Kızılelma olmalıdır. Hüküm sürülen toprağın üstündeki tüm canlılara karşı sadece insan ile sınırlı kalmayıp Yaratıcının üstün ve sonsuz sanatını kullandığı her mahlukata adil davranmak en büyük amaç olmalıdır. 

İKTİSADİ YAŞAMIN KIZILELMASI

Ülkelerin gelişmişlik hamleleri doğrultusunda uygulayacağı stratejiler sadece siyaset üzerinden ilerlemez siyasi gücün yanısıra ülkeleri ileri bir seviyeye getirmek için ekonomik bir güce ihtiyaç vardır. Güç, burada önemli bir kavramı teşkil eder ama bu bahsedilen güç unsurunun yanında bağımsızlıkta çok önemli bir olgudur. Bir ülke çok güçlü olduğunu ekonomik sistemlerinin çok iyi işlediğini düşünebilir ama kendisini var eden bu güç belki onun süslenip püslenmesi içinde sağlanmış olabilir. O ülke kendisini güçlü zannederken belkide çoktan bağımsızlığını kaybetmiş dış kaynaklara ve müdahalelere açık hale gelmiş olabilir. Ülkeler ancak bağımsız bir ekonomik güce sahip oldukları zaman günümüz dünyasında söz sahibi olabilirler. İktisat literatürünün temel maddelerinden birisi kaynak teorisidir. Kaynaklar maalesef sınırlıdır ve yenilenemeyen kaynaklar hariç diğer tüm kaynaklar tükenmektedir. Sanayi devrimi ile başlayan kitlesel üretim ve bu üretimin küreselleşme anlayışı ile sınırların ötesi bir boyut kazanması kaynaklar üzerinde yeni planların yapılmasına neden olmuş ve dünya kaynakları sömürücü zihniyetin iştahını kabartmıştır. 
Merkantalist dönemde değerli madenler, fizyokraside toprak ve kapitalizm de ise petrol vb enerji kaynakları ekonomik gücün simgesi olmuştur. 20'inci  yüzyılın dünyasında ise nükleer kaynaklar,üstün teknoloji ve bilişim sektörü en büyük rol modeldir. 

Ülkemizin iktisadi yaşamında ki en büyük Kızılelma öncelikle İLİM'in peşinden koşmak olmalıdır. Tarih bunu bize bir çok yerde defalarca öğütlemiştir. Bilge Kağan ve Kül Tigin Yazıtları'nda yer alan şu söylemler bizi tasdikler niteliktedir. Yöneticilerin bilgisiz ve beceriksizliği kadar toplumun bilgisizliği de toplumsal varoluşu tehdit eden unsurlar arasındadır. Halkın bilgisizlikten dolayı, Ötüken'i terk ederek Çin sınırına yerleşmesinin acı sonuçlarıda yazıtlarda ifade eder, 
ayrıca Bilge Kağan yazıtlarında bilgisizliğin toplumu köleleştirebileceğini ve devletin sınırlarını tehlikeye de sokacağını anlatır. 

Herşeyden önce İslam da İlime çok büyük önem verir ilk ayet OKU hükmü bunun en büyük ve kesin kuralıdır ve İlahi Kelimetullah'da da birçok yerde İlime ve çalışmaya yönelik hükümler geçerlidir. Örnek olarak Kuran'ı Kerim'de İnşirah süresinin 7. Ayetinde "Feiza ferağte fensab " Boş olduğunda tekrar kalk ve yorul asla boş durma ayeti ile çalışmayı teşvik etmek boş zamanı değerlendirmek öğütlenmiştir. Günümüzün dünyasında bilim sektörü çok hızlı bir şekilde ilerlerken bizde bu yarışın dışında kalamayız ve bu yarışta ayakta kalabilmek için öncelikle ilime ve çalışmaya ciddi anlamda önem vermek mecburiyetindeyiz. İlim sayesinde topraklarımızdaki öz kaynaklarımızı kullanabiliriz, ilim sayesinde finans dünyasının spekülasyon ve manipülasyonlarını çözebiliriz. Unutmayın Batı Kuzeylilerden binlerce yıldır korktu halada korkuyor doğuyu yıllarca sömürdü hala sömürüyor. Sizin başınızı doğrultmanızı istemiyorlar OKU hükmünü ortadan kaldırmak için örgütler kuruyorlar (Boko Haram) çünkü İLİM eğer ki doğduğu topraklara geri dönerse işte o zaman herşeyin değişeceğini çok iyi biliyorlar.

Toplumun Kızılelması Gençliktedir. 

Ülke olmak sınırların içerisinde toprak,deniz ve hava sahasına sahip olmaktan ibaret değildir. O ülkenin içindeki insanlar ülkeyi teşkilatlanmış bir devlet haline getirmektedir. İnsanın karakteristik özelliği hem kendi dönemine hemde gelecek nesillerin yaşayacağı döneme yansımaktadır. İnsan öncelikle yaşayacağı topluma faydalı olmak zorundadır ve bu fayda asla kişinin kendi çıkarına yönelik olmamalıdır. İnsan yaşadığı topluma, mensup olduğu millete ve ayak bastığı topraklara her zaman sahip çıkmalı bu kutsal değerleri herşeyden üstün tutmalıdır. Ülkemizin insanları ilk başta kendini çok iyi eğitmek zorundadır sorgulayan,araştıran bir nesil hiç bir zaman başka birinin sözüne tav olmayacaktır. Bu durumun sağlanması içinde eğitim olmazsa olmaz bir ana kaidedir. Eğitimin de başlangıcı kesinlikle aileden ve ahlaki değerlerden olmalıdır. Günümüzün gençleri maalesef bahsetmiş olduğumuz bu kavramların eksikliğini ve zararını çok ciddi anlamda çekmektedir. Toplumda gerçekten bu da mı olacaktı bunuda mı görecektik diye şaşırdığımız olaylara maalesef yeni dünya düzeninde çok sık bir şekilde şahit olmaktayız. 

Eğitim sürecinde gençlerimizin ilgi alanları tespit edilmeli ve söz konusu alanlarda uzmanlaşmaları sağlanmalıdır. Gençler amaçları ve ilgi alanları doğrultusunda yönlendirilmeli ve bu yönden asla saptırılmamalıdır. Nasıl ki bir balıktan ağaca çıkması beklenemezse soyut ilimlere merakı ve ilgisi olan bir gencinde somut ilimlere yönelmesi beklenilemez Gençlerimiz idealist olmak zorundadır.İşte Kızılelma dediğimiz kavram gençlerimizi motive etmek için kullanacağımız kutlu,kadim ve geçmişi olan büyük bir davadır. Toplumların geleceğini yine o toplumda yaşayan gençler belirler bu kaçınılmaz bir gerçekliktir. 

Gençlerimiz Cennet Gençlerinin efendisi Hz.Hüseyin'in davasını bilmek mecburiyetindedir. Peygamber efendimiz Hz Muhammed'in (S.A.V) en büyük destekçileri ve ona inanan İslamın sancağını yeryüzünde dalgalandırmak için adeta yarışa giren sahabelerin hepsi gencecik insanlardı. Zülfikarın sahibi Hz.Ali (r.a) İman ettiğinde daha küçücük bir çocuk idi. Çağ açıp çağ kapatan büyük komutan Fatih Sultan Mehmet Han en büyük Kızılelmasına ulaşıp Peygamber övgüsüne nail olduğunda 21 yaşında idi. 
Tüm bu örnekleri çoğaltmak mümkündür kısaca toplumu ayakta tutacak olan ve o toplumu yüceltecek olanlarda Kızılelma aşkı ile yanıp tutuşan İDEALİST GENÇLİK olacaktır. 

Son Söz

Kızılelma davası ve ülküsü görüldüğü gibi basit bir kavram değildir. Binlerce yıldır ecdadımızı hep motive eden ve bu ülkü uğruna hayal edilen o adil,düzenli ve inançla yoğrulmuş dünyayı sağlamak için ecdadımız dünyada hemen hemen ayak basılmadık yer bırakmamıştır. İşte böyle bir ecdadın nesli olarak bizlerde onlara layık olmak için onların güttüğü davayı sonuna kadar sürdürmeliyiz. Yalvacımız Hz Muhammed'in (S.A.V) Bize emaneti olan İslam sancağını Atalar Atası Oğuz'un tunç yüreği ile taşımalıyız. Üstad Necip Fazıl'ın dediği gibi "Yürü altın nesli o tunç Oğuz'un adet küçük zaman çabuk yol uzun Nur yolu izinden git kılavuzun fethine çık doğru güzel sonsuzun" 

Yol Üstad'ın dediği gibi uzun, zamanda çok kısıtlı ve şeytan ve onun askerleri hep peşimizde kötülüğe karşı iyilik olmak, zalimin karşısında alp, mazlumun karşısında eren, Nemrut'a karşı İbrahim Firavun'a karşı Musa olmak dileği ile Kızılelmaya Sonsuz Selam Olsun

GÜRKAN DANIK



12 Kasım 2016 Cumartesi

ABD SEÇİMLERİ VE KÜRESEL SATRANCIN YENİ HAMLELERİ



Aylar önce başlayan küresel dünyanın satranç oyunu son zamanlarda ABD'de yapılan seçimlerle tekrar kapışmalı bir hale geldi. Kesin, net ve ciddi söylemleri ile kendisini çok iyi politize eden Donald Trump ABD'nin yeni dönem Başkan'ı oldu özellikle Obama yönetimini ciddi anlamda eleştiren, DAİŞ ile ilgili teorileri ve ekonomide yapmayı planladığı olağanüstü ani önlemlerle bir anda Clinton'ı devre dışı bırakan Trump amacına ulaştı. Tabiki Küresel dünyaya yön veren bir ülkede meydana gelen bir seçim küreselleşmenin yıllar önce kervanına giren tüm ülkeler gibi bizide etkilemesi kaçınılmazdır. 

Seçim sonuçlarından sonra Trump dan beklenilen hamlelere baktığımızda ilginç detaylar görüyoruz bunlardan bazıları Çin ve Meksika'ya uygulanacak gümrük tarifelerinin %35'lerden %45'lere çıkartılması, serbest ticareti kısmaya yönelik hamleler, özellikle seçimlerden önce FED yönetimine yönelik ani karar ve politika değişikliklerin ve bireylerin değiştirilmesine yönelik söylemler, faiz düşüncelerinin tamamen zıt olması vb.. bu hamleler bize gösterir ki iş dünyasından gelen Donald Trump'ın kendi servetine önem verdiği gibi ABD kasasınıda hemen doldurmak istemesidir. Yani onu motive eden duygu KÂRDIR. Kar ise emperyalizmin besin kaynağı ve temel şartıdır buradanda şu sonucu çıkarmak ve tartışmaya açmak gerekir. Ülkeler tekrar emperyalizmin ateşini harlıyor ülkeler kendi arasında bir birlik değil tek olabilmeyi tüm küresel dümeni kendileri çevirmek istiyor yaşanan son gelişmelere bakın İngiltere AB'den ayrıldı. Hollanda ve Fransa'da muhafazakar ve sağa yönelik kesimler AB'den ayrılmayı ve bunu aynı İngiltere'deki gibi referanduma sunmayı düşünüyor ve son olarak da ABD yeni başkanı ile birlikte serbestleşmeyi ve herkese yönelik olmayı istemiyor. Şuana kadar oynanan küresel satrançta her bir taşı yeri geldiğinde bazı ülkeler temsil ediyordu kimi ülkeler piyondu kimileri şah, fil veya kale idi.  Şimdi ise görüyoruz ki herkes şah olmak istiyor birlikte aynı tahtada oyun oynamayı değil ülkeler aynı iki kişinin bu oyunu oynadığı gibi karşılıklı tek tahtada oyun oynamak istiyor.  

ABD'ki seçimlerin Türkiye'ye olan etkisini ele almak gerekirse senaryolar hazırlayarak bu işe göz atmanın faydalı olacağının kanaatindeyim seçim sonuçları doğrultusunda ekonomik olarak ani dalgalanmalara şahit olduk özellikle döviz kurlarında doları 3.30 da avroyu ise 3.60 seviyelerinde gördük altını ise gramınında 130 lirayı aşkın olarak teyit ettik. Tüm bu sonuçlar bize gösteriyor ki Türkiye ekonomisinde makro göstergelerde özellikle cari açıkta meydana gelebilecek olumsuzluklarla karşılaşabiliriz. Özellikle kurda meydana gelen yükselişler dışarıdan ithal ettiğimiz mallara yönelik maliyetimizi arttıracaktır bunun neticesinde kurun ateşini kısmaya yönelik TCMB'nin rezervlerinin kullanılması rezerv miktarında bir azalışa neden olabilir. Türk lirasının yine aynı şekilde değer kaybetmesi ve enflasyon artışları ülkemizi kısa vadelide olsa zorlayabilir ama uzun vadede bu sorunların üstesinden gelebilecek kuvvet Türkiye'de mevcuttur. 
Siyasi ve dış politikada ki mevcut duruma bakacak olursak Suriye meselesi önemli ve izlenilmesi gereken bir konu olacaktır. Trump'ın ve Cumhurbaşkanı'mız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile olumlu diyalogları ve söylemleri ve ülkemizde yaşadığımız hain kalkışma ve sorumlularına yönelik gelişmeler ve kararlar yakın zamanda gün yüzüne çıkacaktır. Farklı bir senaryo ise Clinton ve Trump'ın zihni yapılarıdır. Trump net bir kişilik hamleleri açık böyle bir durumda Türkiye ileride yaşayacağı durumlarda hazırlık yapabilir çünkü ne yapacağı belli olmayan dost gibi gözüküp düşman kesilen zihniyetler her zaman daha tehlikeli olabilmektedir. Trump'ın özellikle açık tavırları şuan için bizim için önemlidir. Ama şunu asla unutmamakta gerekir hep söylenen bir söz vardır. ABD'yi devlet başkanları yönetmez diye ne kadarı doğrudur ne kadarı yanlıştır bilemeyiz ama aklımızın bir kenarında her zaman bu söylemde yer edinmelidir. 

Sonuç olarak ciddi hamlelerin yapıldığı, süprizlerin yaşandığı ve emperyalizmin ateşlendiği bir süreci yaşıyoruz artık herşey bir anda yaşanıp bir anda bitebilir. Türkiye Ortadoğu'da ve iç politikasında yapmış olduğu son hamlelerle hiç biryere gitmiyoruz bizde buradayız ve kalıyoruz diyip haince bir kalkışmaya rağmen oyuna dahil olmayı ve hatta yeri geldiğinde bu satrançta şah çekmeyi bile başardı. Türkiye artık değişen düzende en iyi bir şekilde hazırlığını yapıp oyunu bitirmelidir ve oyunu biterecek hamle ise Misakı Milli sınırlarına ulaşmak olacaktır. 

Bakalım Mevla'm ne eyler neylerse güzel eyler 

Kızılelmaya Selam Olsun...

Gürkan DANIK


30 Ekim 2016 Pazar

TÜRK OLMAK MI BÜYÜK TÜRK OLMAK MI ?


Bazı tanımlamalar birbirine çok benzer ama bir tanımın önüne bir sıfat koyduğumuzda bazen o tanımı baştan aşağı değiştirebilir. Türk olmak ile Büyük Türk olmak arasında da çok büyük farklılıklar vardır. Dünya'daki her bir insanın ırkı,nesli,soyu farkındalık göstermekte ama dünya tarihine baktığımız zaman zor şartlara uyum sağlamada,cesarette,cihangirlikte ön plana çıkan toplum Türklerdir. Yüce Kitabımız İlahi Kadimde ve Hadisi Şeriflerde ve Türk kadim bilgilerine kaynaklarına bakacak olursakta Türkler için şu şekilde bahsedilir. 
Allahü Zülcelâl Hazretleri, Kuran’ı Kerim’de, öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever buyurmuştur. Yine Türklerin en önemli şaheserlerinden Divan-ı Lügat Türk'te de şöyle bahsedilir. "Benim bir ordum var onları kuzeye yerleştirdim ve onlara Türk dedim yapıtlardaki betimlemeler farklı olsada aslında "Türk" ünvanın Yüce Yaratıcı tarafından isimlendirildiği söylenebilir ve başka hiçbir millete ise Allah tarafında isim verilmemiştir. 
Allah(C.C) tarafından müjdelenen bir toplum olduğumuz kadim sırlar ve kay aklarda açıktır. Bu sözlerim asla Irkçılık olarak algılanmasın ki zaten Dünya'daki tüm toplumlara ve milliyetlere sonsuz saygımız vardır. Mevzubahisimiz Türkler olduğu için kaynak bulmada çok zorlanmıyoruz çünkü üç kıtada da Türk'lerin ayak izinin bulunması işimizi daha da kolaylaştırıyor

Şimdi gelelim asıl konumuza Türk olmak ile Büyük Türk olmak arasında ki farkı ortaya koymak çok önemli bir konu çünkü dünyada şuana kadar gelmiş geçmiş tüm Türk Hükümdarların amaç ve kaideleri Yaşadıkları döneme göre değişiklik göstermiştir. Ama hiç kuşkusuz Türk'lerin en büyük amaçları gerçekleştirme arzusu İslamiyet'i kabul etmeleri ile başlamıştır bin yıllık gelenek olan Kızılelma inancı İslamın hilali ile bütünleşmiştir. 
Şüphesiz Türkler için en büyük kızılelmalardan birisi tarih boyunca bir çok hükümdarın arzuladığı Peygamber Efendimiz S.A.V övgüsünü kazanabilmekti. 
Ertuğrul Gazi'nin Hayme anaya Denizleri aşacağız devlet olacağız ana demesi Peygamber Efendimizin övgüsü almak için yola çıkacağız demekten başka bir anlam taşımıyordu. 
Yıldırım Beyazıt mahlasına yakışır ordusu ile İstanbul Surlarına gelirken yine aklında o kutlu övgüye ulaşmak vardı. Ve  çağ açıp çağ kapatan büyük komutan Fatih Sultan Mehmet Han bu övgüye nail olacak ve artık İslamın Sancağı üç kıtaya yaymak için yeni bir kızılelmaya adım atacaktı. 
İşte tüm bu hedefler ulaşılmak istenen büyük amaçların izinden gitmek Büyük Türk olmanın kaideleri idi. Asla Dünya'ya hakim olma cihangirliğin o baş döndüren şımarıklığı Osmanlı Tebaasında yoktu bir amaç vardı cihangirlikten önce aynı Osman Gazi'nin Orhan Gaziye dediği gibi Oğul Bizim Davamız Allah yoludur bizim davamız kuru kavga ve cihangirlik değildir. İşte bu söz Büyük Türk olmanın ilk adımını bize gösteriyordu ana kâide  önce İlahi Rıza idi

Türk tarihine baktığımız zaman bir anda muazzam bir hanlık,imparatorluk olan çoğu devletin cihangirlik şımarıklığına kapılması ile bir anda tarih sahnesinden silindiğini görüyoruz en güzel örnek Timur Hanlığı
Timur Lenk, nam-ı diğer Aksak Timur. Tarih derslerinde çoğumuzun ilk kez 1402 Ankara Savaşı ile tanıdığı Timur Lenk, Geç Ortaçağ’ın en kanlı meydan muharebelerinden birini Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazit ile vermişti. Ankara Savaşı sonunda yenilen ve Fetret devrine giren Osmanlı, yaklaşık 11 yıl boyunca büyük bir iktidar boşluğu yaşadı.

Peki Moğol imparatoru olarak bilinen Timur, aslında Türk olabilirmiydi? Timur Türk ise nasıl oluyor da dönemin en kudretli Türk devleti ile savaşa girebilmişti?

Neden biz Timur Han’ı tarih derslerinde işlemiyoruz?”
– Timur Müslüman’dır ve Türk’tür. Bunda kuşku yok. Hatta meşhur Tüzükat‘ında kendisini “Allah’ın kılıcı” olarak tanıtmaktadır.
Ama Türk büyüğü olup olmadığı tartışılır. Büyük olmak için büyük hedeflere sahip bulunmak lazımdır. Meselâ, Timur’un meşhur rakibi Yıldırım Bayezid’in Peygamber müjdesi istikametinde İstanbul’u fethetmek gibi büyük ve kalıcı bir amacı vardı. Her adımını buna göre atıyordu.
Oysa Timur amaçsızdı. Ya da amacı cihangir olmaktan, şan-şöhret bulmaktan ibaretti.
Zaten bu yüzden Yıldırım’la boy ölçüşmek, onu yenip şanına şan katmak istemişti.
Yine bu yüzden istila ettiği ülkelerde bir düzen kurmuyor, yakıp yıktıktan sonra (Sivas ve Bursa örneği) başka hedeflere yöneliyordu.
Hatırlayalım ki; yerle bir ettiği Osmanlı Devleti, hedef sahibi olduğu için, Fetret Devri’ni (1402’den 1413’e kadar süren kargaşa dönemi: Bu dönemde Osmanlı coğrafyası, Yıldırım’ın oğulları tarafından paylaşılmış, Timur’un hortlattığı Anadolu beylikleri de buna eklenince Anadolu Birliği paramparça olmuştu) 10 yıl içinde aşıp, ondan sonraki 40 yıl içinde de İstanbul’u fethetti.
Bundan sonra da büyüyüp gelişerek yaşamını sürdürdü..
Timur İmparatorluğu ise, 1507’yi zar-zor buldu. Çünkü Timur, kalıcı hiçbir hedef belirlememiş, kendisiyle kaim bir imparatorluk kurmuştu.
Kendisi ölünce imparatorluk da dağıldı.
Bu fark, aynı zamanda, amacı olan insan ile amaçsız insan arasındaki farktır.

İşte tüm bu anlattıklarımız Türk olmak ve Büyük Türk olmak kavramlarını açıklıyor Türk Milleti her zaman tarih boyunca ismi ne olursa olsun muazzam şahsiyetler,liderler,kumandanlar,hünkarlar,hanlar,imparatorlar yetiştirmiş ama işte tanımda söylediğimiz gibi tüm bu tarihsel kişilikler ya Türk'tü ya da BÜYÜK TÜRKTÜ kimi cihangirliğin sarhoşu oldu kimi ise cihangirlikten önce Allah yolunda olmayı yeğledi ve Yüce Allah onlara ve soylarına gerçek cihangirliği yaşattı ve nasip etti. Şimdi artık herşey değişti artık dünyada cesaretin yerini düzenbazlıklar aldı kılıcın yerini kalem aldı,bilim aldı Batı düzeni kurdu Asya Ortadoğu kan ağladı ve ağlıyorda sadece ve sadece bir günü bekliyoruz Allah(C.C) bize müjdelediği o günü işte o gün tekrar hükmedeceğiz
KIZILELMAYA SELAM OLSUN

GÜRKAN DANIK





28 Ekim 2016 Cuma

BURASI TÜRKİYE "Saldırının Yönü Değişiyor"


Yıllarca tartışılan bir konu var bizim ülkemizde derler biz neden bir Amerika, Almanya,Fransa, İsviçre,İngiltere yada bir Norveç olamıyoruz diye hep bu soru sorulur ve her yeni nesle akademik eğitimlerinde bu ülkelerden dem vurulur evet biz az önce saymış olduğumuz bu ülkelerden hiç biri olamayız biz Türküz Türk oğlu Türküz hemde yaşadığımız, nefes aldığımız şu toprakların üstüne önce bir kuş bakışı bakın tarih boyunca bu kadim millete bu bereketli topraklara göz diken sömürü felsefesi ile hanedan olanların kirli ellerini görürsünüz bu toprakların üzerinde ,biz öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki doğumuzda stratejik öneme sahip enerji kaynakları ile Irak ve İran güneye inin cayır cayır yanan Ortadoğu ,Batıda Yunanistan bir taraftanda farklı yönden Ermenistan ve hakimiyetimiz altında olan kadim Anadolu toprakları bir taraftan PKK belası ve bir o kadar da geçmişi olan bu ülkenin sinir uçlarına ulaşmaya çalışan FETÖ zerzevatları bir ülkenin bu kadar risk primi yüksek iken kolay mı herşeyin bir anda güllük gülistanlık olması ama alışkınız biz bu ve bunun gibi durumlara biz ki bozkırın çilesini çekmişiz biz ki Orta Asya'da atlarımız ile ayak basılmadık toprak bırakmamışız, biz ki kırk kişi ile Çin'e kafa tutmuşuz bizim olan İstanbul'u tekrar geri alıp Peygamber övgüsüne nail olmuşuz binlerce yıldır Kızılelmanın peşinden koşan bu milleti alt edebilir mi ki 21. Yüzyılın hainleri  

Emperyalizmin illegal kanunları ile zengin olanlardan değiliz İngiltere gibi bi ada ülkesi de değiliz dertsiz tasasız komşusuz değiliz şu ekonomik göstergeleri ile baş tacı edilen Norveç gibi bir avuç insan topluluğu da değiliz 80 milyona yakın insanız onlar kadarını İstanbul'da bakarız işte böyle bir milletiz bambaşka bir coğrafyada yaşıyoruz karakterimiz, geleneklerimiz, kültürel özelliklerimiz hatta psikolojik özelliklerimiz bile farklı farklı iken kendimizi onlarla bir tutamayız onlarıda örnek alamayız o yüzden hiç kimse bize daha önce gittiğimiz yerleri bize övmesin bize öğretmesin. 

Şimdi böyle bir girizgahtan sonra gelelim asıl konumuza ülkemizin üzerinde oynanan oyunların artık zirve yaptığı bir dönemi yaşıyoruz artık aynı Osmanlı İmparatorluğuna yaptıkları gibi her taraftan her alandan bir kuşatma var Türkiye'nin üzerinde 15 Temmuz girişiminin üzerinden hemen hemen 4 ay geçti diyebiliriz askeri alandan saldıran bu alçak örgüt şimdi farklı bir alandan aynı 17-25 Aralık finansal darbe girişiminin bir benzerini uygulamaya çalışıyor bu tasması başkasının elinde olan örgütün sahipleri önce kredi derecelendirme kuruluşlarını kullanarak not indirimine gitti ve kuru ileride yaşanacak ani küresel hareketler doğrultusunda çok daha hızlı bir şekilde yükselmesini sağladılar zaten doların durumu FED faiz kararlarından, ABD de. yapılacak seçimden dolayı ve küresel ekonominin görüntüsünden dolayı değişeceği belli idi bir de ülkemizde OHAL süreci ve sınır ötesi harekatları yaşanınca döviz kurları aldı başını gitti  işin kırılma noktası Moodys'in yaptığı not indirimidir çünkü yatırım yapılabilir seviyeden spekülatif seviyeye indirilen kredi notu ülkemizide spekülatif saldırıya açık hale getirmiştir. Bu sene sonunda ülkemizden yaklaşık 15 milyar dolara yakın bir döviz çıkışı bekleniyor kurun bu mevcut yükselişlerinden ülkemizi korumak için vatandaşlarımıza çok iş düşüyor kurun gazına gelip kesinlikle dolar alımı yapılmamalı bu durumlarda hep Necip Fazıl'ın sözü aklıma gelir "Dağı tanıyan nasıl bilmez uçurumu her yükselişin bir inişi olmaz olur mu" tüm yapılan bu finansal hamleler ülkemizi ekonomik olarak sıkıntıya sokmak bu ülkeyi kaynaksız ve hammaddesiz bırakıp üretime zarar vermektir. 

Sonuç olarak oyun her zamankinden çok daha büyük dört bir taraftan, dört bir yandan ve alandan kuşatma altındayız ama unutulmamalıdır ki burası Türkiye başka bir ülke değil her türlü saldırıya ve hamleye karşı ülkemiz hazırlıklıdır ve asla unutulmamalıdır. 

TUZAK KURANLARIN EN HAYIRLISI YÜCE ALLAHTIR. 

Gürkan DANIK 


3 Ekim 2016 Pazartesi

ULUSLARARASI KREDİ DERECELENDİRME KURULUŞLARI





ULUSLARARASI KREDİ DERECELENDİRME KURULUŞLARI

HAZIRLAYAN: GÜRKAN DANIK



KREDİ DERECELENDİRME TANIMI:

Kredi derecelendirme kavramı açılacak       kredilerin zamanında ve tam olarak geri     ödenmesi ihtimali hususunda uluslararası   sermaye piyasalarındaki kriterlere uygun   ve objektif bir ölçü sağlamak amacıyla borçlunun ihraç ettiği menkul kıymetlere yatırım yapılması halinde yatırımcının bundan dolayı yükleneceği risklerin belirlenmesidir.
En basit tanımıyla derecelendirme borçlunun anapara ve faiz yükümlülüklerini ödeme isteği ve kabiliyetinin zamanında ve tam olarak yerine getirilip getirilmemesini ölçen bir araçtır. Derecelendirme tek bir işlem, kuruluş veya ülke için yapılabilir.


 Moody’s derecelendirmeyi “Menkul kıymet ihraç eden firmaların ihraç ettikleri menkul kıymetlerin itfa süresince anapara ve faiz ödemelerini zamanında yerine getirebilme kabiliyetleri hakkında verilen bir yargı olarak tanımlamaktadır.

Standart Poor’s  ise derecelendirmeyi şu şekilde tanımlamaktadır “Derecelendirme borçlunun belirli bir finansal yükümlülükte ya da finansal programdan kaynaklanan kredibilitesine ilişkin fikirdir.

FitchRatings’in tanımına göre ise derecelendirme “Derecelendirme en genel tanımı ile bir kuruluşun finansal yükümlülüklerini zamanında yerine getirip getiremeyeceği hakkında verilen bağımsız bir görüştür Farklı tanımları olmasına rağmen derecelendirme konusunda hem fikir oldukları bir husus vardır o da derecelendirme faaliyeti sonucunda verilen notun bir görüş, düşünce veya ifade olduğudur .

Moody’s:
Dünyanın en eski derecelendirme kuruluşu olarak Moody’s kredi notları, araştırmalar ve risk analizlerinin önde gelen sağlayıcısıdır. Moody’s in taahütü ve uzmanlığı mali piyasaların şeffaf ve güvenilir çalışmasına katkıda bulunmaktadır. Şirketin kredi notları ve analizleri 110 ülke 12.000 ihraçcı şirket 25.000 kamu finansmanı ihraççısı ve 106.000 yapılandırılmış finansman tahvilinden fazlasını kapsayan borçları izlemektedir. 18 ülkede ofisi bulunmaktadır ve dünya genelinde 1.300 den fazla analisti, yaklaşık 2100 çalışanı ile 28 ülkede varlığını sürdürmektedir.”

Standart& Poor’s
Standard&Poor’s ilk olarak 1860 yılında Henry Varnum Poor tarafından kurulmuştur. Poor ve oğlu Henry Wiliam Poor  söz konusu şirketi kurmuştur. Amerikan demiryollarıyla ilgili finansal analizler yapıp analizleri kitap haline getirmişler ve tanesini 5$ dan 2500 adet satarak finansal bilgi piyasasına giriş yapmışlardır. (Haspolat, 2015, s. 16)
“1906 yılına gelindiğinde ise  Luther Lee Blake, Henry Varnum Poor gibi finansal piyasalardaki bilgi eksikliğini gidermek amacıyla Standart Statistics bürosunu kurmuştur, 1914 yılında ise 70 çalışanı olan bir şirket haline gelmiş ve Standard Statistics İnc. İsmiyle faaliyetlerine devam etmiştir. 1966 yılında ise Mc. Graw  Hill Company bünyesine geçmiş ve  finansal bilgi faaliyetlerine bu çatı altında devam etmiştir. Sonraki tarihlerde şirket birleşimi  olmuştur ve son hali olan Standard&Poor’s  şekline gelmiştir. Günümüzde ise 23 ülkede 6000 çalışanıyla hizmet vermeye devam etmektedir.” (Haspolat, 2015, s. 17)


Fitch Ratings:
Dünyanın üç büyük uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları arasında yer almaktadır. Dünya çapında 50 ofisi kredi derecelendirme hizmeti vermektedir. Analitik deneyim ve bilgi birikimiyle birlikte  yatırımcılara yol göstermektedir. 150 ülkede 5.000’ ne yakın bankaya, şirkete ve finans kurumuna , 2.000 den fazla kurumsal şirkete 1.400 sigorta şirketine ve 100’den fazla ülkeye kredi derecelendirme hizmeti vermektedir. 

Kredi derecelendirme her ne kadar bir görüş niteliğinde olsa da verilen notlar yatırımcıların yatırım kararlarını etkileyebilmektedir aynı zamanda yerli yatırımcıların iş yapması yurt dışından kredi almaları, tahvil alıp satmaları ve yurt dışı finansman gerektiren büyük alt yapı projelerinin düşük finansman gibi yatırıma dair finansal kaynakların hepsi bu kuruluşların verdikleri notlardan etkilenmektedir.
Küreselleşmiş dünyada ülkeler ve şirketler fon ihtiyaçlarını her zaman buldukları ülkede sağlayamamakta veya sağlasa da yüksek maliyette sağlamaktadırlar. Bu nedenle ülke dışında fon bulabilmek için kredi notu önemli bir şekilde devreye girmektedir çünkü kredi notundaki iniş ve yükselişler ülke ve şirketlerin borçlanma maliyetine yansımaktadır. Kredi notu inişte olduğunda maliyet artmakta aksine kredi notu yükselişte olduğunda maliyetler düşmektedir .

DERECELENDİRME KURULUŞLARININ ÇALIŞMA PRENSİPLERİ

Derecelendirmede belirli kategoriler kullanılmaktadır ve bu kategoriler harf, sayı yada bunların karışımlarından oluşan sembollerle ifade edilmektedir. Genellikle üst dereceler yatırım kategorileri olarak, daha riskli veya spekülatif özellikler ise risk kategorileri olarak ayrıştırılmaktadır.
Kredi derecelendirme kuruluşlarının kullandığı semboller üçe ayrılmaktadır. Bunlar “yatırım derecesi” “spekülatif” ve “çöp yatırım yada default’dur

Yatırım derecesi bandında olan bir puanlama,şirketin borç aracının veya ülkenin kredi riskinin oldukça az, temerrüt ihtimalinin düşük ve büyük oranda şüpheli ve hileli piyasa hareketlerinden etkilenmediğini göstermektedir.


Notun spekülatif aralığında olması yatırım ihtimalinin bulunduğunu ama şirket veya ülkenin sağlam bir alt yapıya sahip olmaması nedeniyle manipülasyona açık olduğunu vurgulamaktadır. Çöp seviyesi ise yatırım yapılamayacak kadar riskli anlamına gelmektedir.

YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER:
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının sorgulanmaya başlanmasında önemli bir etken 1990’lı yıllardan itibaren gelişmekte olan ülkelerin sermaye piyasasına hızlı entegre olmasıdır. Kredi derecelendirme kuruluşlarının o döneme kadar gelişmiş ülkeler için uyguladıkları metodolojilerinin gelişmekte olan ülkelere uygun olmaması bu ülkelerin doğru analiz edilememesine neden olmuştur. Bu da ülkeler için verilen notların güvenilirliğini tartışmalı hale getirmiştir. Kredi derecelendirme kuruluşları uzun yıllardır aynı metodolojiyi kullandıklarından dolayı değişen konjonktürel ortama uyum sağlayamadığı konusunda eleştirilmektedir. Ayrıca, ülkelerin yapıları birbirinden farklı olduğundan dolayı tüm ülkelere uygulanan tek bir metodoloji finansal sisteme uyum sağlayamamıştır .

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları, ülkelerin kredi notunu değerlendirirken ülkesel farklılıklarını göz ardı ettikleri için ekonomik şoklara karşı her birinin vereceği tepkileri kestirmede başarısız olmuşlardır. Örneğin, Türkiye ekonomisinin yakın tarihine bakıldığında 1980 ihtilali, 1.Körfez krizi ve sonrasında görülen ekonomik krizlerde yoğun mevduat kaçışı beklenmesine rağmen bu yönde bir eğilim gerçekleşmemiştir. Ancak, Latin Amerika gibi ülkelerde ise siyasi ve ekonomik krizler bankalardan mevduat kaçışına neden olmuştur. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluş- ları da ülkelerin bu farklı yapısını derecelendirme kriteri olarak kabul etmemekte ve bu durum bankacılık sisteminin bir zafiyeti olarak görülürken, Türkiye bankacılık sistemi için bir zafiyet doğurmamıştır.


Gündem: Moodys’in Not İndirimi
(23.09.2016)
   Uluslar arası kredi derecelendirme kuruluşlarından Moody’s Türkiye’nin kredi notunu 23 Eylül 2016 tarihinde revize ederek Baa3 seviyesinden Ba1 seviyesine indirerek yatırım yapılabilir seviyeden spekülatif seviyede indirdi. Moody's yetkilileri, geçen hafta yaptığı açıklamada, 15 Temmuz'daki darbe girişiminin şoklarını atlattığını ve Türkiye ile ilgili değerlendirmenin ekim ayında yapılabileceğini söylemişti .

    




 Moody’s kararından önce yaşananlar:

     Paranın ve politikanın patronları Henry Kissinger ve Rothschild ailesi üyesi James Rothschild, Birleşmiş Millet Genel Kurulu'na katılmak üzere ABD'de bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı ziyaret etti.


      Dünyadaki kredi kuruluşlarının, istisnaların bir kenarda konulması halinde, politik açıklamalar yaptığını dile getiren Erdoğan, şunları kaydetti:

"Çökmüş bitmiş ekonomileri yükseltirken öbür tarafta diri duran ,ayakta duran,  yatırımlarına devam eden bir ülkeyle ilgili bakıyorsunuz ya donduruyor ya da şöyle kıl payı da olsa düşürme yoluna gidiyor. Bu saygın bir duruş değil. Bir defa kredi derecelendirme kuruluşlarının kesinlikle siyasi davranmaması lazım. Bu ekonomik etiğe de aykırıdır. Olması gereken neyse bunu açıklamaları lazım.
Bunu açıklamıyorlar. Bu yanlış bir şey. Başbakanlık dönemimde de bunu çok açık söyledim. Cumhurbaşkanlığı dönemimde de söylüyorum. 'Dürüst olun' diyorum, onları dürüstlüğe davet ediyorum. Dürüst olsanız da olmasanız da Türkiye  ekonomisi zaten güçlü, dimdik ayakta ve ayakta durmaya devam edecek."
Kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye'nin kredi notunu düşürmesi konusundaki soruya ise Erdoğan,  "Hiç umursamıyorum, bazıları yanlış yapıyor. Bunu kasıtlı yapıyorlar. Ekonomisi çökmüş bitmiş yerler bakıyorsunuz 4 barem birden yükselttiler, bunları hep yaşadık. Hangi ülkeler olduğunu biliyorsunuz bunları söylememek gerek yok ama Türkiye hiç bir zaman bu tür sıkıntıları yaşamadığı halde Türkiye ile ilgili bakıyorsunuz  donduruyor. Olmaz böyle bir şey. Bu dürüst bir şey değil" dedi.

           MOODY’S’İN ORTAKLARI
             ŞİRKET HİSSE ORANI %

  Berkshire Hathaway Inc……….12.8
  Capital World Investors……….12.6
  ValueAct Capital…………………..7.5
  Vanguard Group, Inc……………5
  T. Rowe Price Associates ………5
  AllianceBernstein…………………3.9
  BlackRock Institutional………… .3.7
  State Street Global ……………….3.2
  Neuberger Berman………………2.7
  Independent Franchise………. …2.5
  INTECH Investment……………..1.9
  BlackRock Financial……………… .1.6

     Görüldüğü gibi Moodys şirketinin hissedarları dünyanın en zengin tanınan ailelerinden oluşuyor özellikle Berkshire Hathaway Inc. patronu WARREN BUFFETT ve Neuberger Berman şirketinin sahiplerinden ROTHSCHİLD AİLESİ bunun en güzel örnekleri. Bu şekilde sadece Moodys’in değil daha bir çok kredi derecelendirme kuruluşunun hisse sahiplerinin hristiyan ve yahudi sınıfına dahil olan sermaye sahiplerinin elinde olduğunu görüyoruz tabiki ülkelerle ilgili ekonomik görünüm karaları alınırken de bu hisse sahiplerininde etkisi ne kadardır tartışılır.



YAPILAN USULSÜZLÜKLER:

Alman Sigorta Şirketi Hannover Re Örneği:
1998 yılının Mart ayında Moody’s firması, dünyaca ünlü Alman Sigorta Şirketi Hannover Re’ye bir mektupla başvurarak şirketin mali durumunu herhangi bir ücret talep etmeksizin incelemeye karar verdiğini bildirdi.
Ancak Hannover, zaten diğer iki derecelendirme kuruluşu ile çalışmakta idi ve Moody’s in bu talebini reddetti.
 Moody’s yine de firmayı incelemeye aldı ve diğer kuruluşların firmanın mali yapısı ile ilgili olumlu değerlendirmeler yapmasına rağmen Moody’s’in değerlendirmeleri olumsuz oldu ve Moody’s bu değerlendirmesini yayımladı.
Bu durum firmanın hissedarlarını tedirgin etti ve 2003 yılının
Mart ayında Moody’s’in son not indiriminin ardından hisselerin piyasa fiyatı birkaç saat içinde yüz milyonlarca dolar değer kaybetti.

 Amerikan Yazılım Şirketi                  Compuware Örneği:

      Kredi derecelendirme kuruluşları, kendi kurallarını koymakta ve uygulamaktadırlar. Bu da kimi zaman güçlerini kötüye kullanmalarına yol açabilmektedir. Derecelendirme kuruluşları, müşterilerinin bilgisi ve onayı dışında ücretlerini yükseltebilmektedirler. 1999 yılında Amerikan yazılım şirketi Compuware Corp. 500 milyon dolar borçlanmayı planladı hem Standart&Poor’s ile hem de Moody’s ile belli bir ücret karşılığında anlaştı ancak bir yıl olmadan Moody’s, şirketten yıllık  5 bin dolar ekstra ücret talep etti ve şirket bu meblağı ödemek durumunda kaldı.

Çözüm Önerileri: 

Kredi derecelendirme kuruluşlarının vermiş olduğu tüm kararlar ülkelerin yatırım seviyesini ve ekonomik göstergelerini önemli ölçüde etkilemektedir. Ama zamanla yaşanan usulsüzlük iddiaları,ciddi suçlamalar, derecelendirme ve metodolojide kalite eksikliği bu kuruluşların güvenirliğini azaltmıştır.

Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşlarına yöneltilen eleştirilen temelinde şu ilkeler yatmaktadır.
1) Şeffaflık
2) Objektiflik İlkesinden Uzaklaşma (Elde edilen gelirlerin daha fazla öne çıkması)
3) Siyasi ve Politik Söylemler
4) Analistlerin kalitesizliği
5) Tarafgil ve Tutarsız Söylemler

       Derecelendirme kuruluşlarının küresel piyasalara ciddi anlamda etki edebilmesinden dolayı bu kuruluşların ani,değişken ve çelişkili söylemleri doğrultusunda yatırımcıların ve ülkelerin zarara uğramamaları için derecelendirme anlayışına yeni bir revize gerekmektedir. Uluslararası Kredi Derecelendirme anlayışı sadece tek bir ülkenin patronluğunda belirli kuruluşlar aracılığı ile değil Küresel ekonomiye katkı sağlayan en büyük 20 ülkenin katkıları ile her bir ülkenin bu konuda yetiştirdiği analistleri doğrultusunda ortak bir ulus üstü kurul kurulup karar verilmelidir.  Ve bu kararlar verilirken Şeffaflık ilkesinden taviz verilmemeli siyasi ve politik söylemlerden uzak durulmalıdır. Yine aynı şekilde oluşturulacak bu kurumun denetimi de söz konusu ülkelerin katılımı ile oluşturulacak bir komisyon tarafından denetlenmelidir.

                  Gürkan DANIK