28 Eylül 2015 Pazartesi

MERKANTİLİZM VE TÜRK İKTİSAT TARİHİNDEKİ YERİ

Temel ekonomik sistemlerin ve bu sistemlerin oluşumuna katkı sağlayan iktisat okulları olan Klasik İktisat,Keynesyen İktisat gibi iki temel iktisat okulundan önce ekonomik sistemi şekillendiren bir çok iktisadi akım mevcuttur. Bunlardan en önemlisi ise Merkantilizmdir.  

Merkantilizm 15.yy ile 18.yy arasında uygulanmıştır.  Jean Bodin,Thomas Miles,Montaigne gibi temsilcilerin savunduğu merkantilizmin tarihsel sürecine baktığımız zaman iktisat okullarından önceki en uzun akımlardan biri olduğunu söyleyebiliriz. 15.yy'da gelişim gösteren Coğrafi Keşifler,rönesans,reform hareketleri merkantilizmin gelişimine katkı sağlamıştır. Farklı ülkelerde farklı isimlerle (Fransa'da Colbertzim Almanya'da Kameralizm) uygulanan merkantilist politikaların en temel özelliği 
güçlü devlet olabilmenin yolu kıymetli madenleri stoklamak olduğunu, nasıl ki insanlar para biriktirdikçe zenginleşiyor ise ülkelerde kıymetli maden biriktirmek suretiyle zenginleşecektir anlayışı hakimdir. Bu temel düşünce ile birlikte merkantilist düşünce dünya zenginliğinin sabit olduğunu,ihracatın ithalattan fazla olması gerektiğini bu şekilde dış ticaret fazlası verilmesi gerekliliğini ve ülkeye giren kıymetli madenin çıkandan fazla olmasını,ithalatın yasaklanmasını ve müdehaleci güçlü bir devlete güçlü bir orduya ve donanmaya sahip olunması gerektiğini savunmuştur. 
Donanmaya verilen önemin üzerinde durulmak gerekirse sömürgecilik anlayışı ile diğer ülkelerden elde edilen kıymetli madenlerin taşınması ve ana ülkeye transfer edilebilmesi için güçlü ve okyanusa dayanabilecek gemiler hazırlanmıştır. Bu gemilerin ve tersanecilikte ilerleme sağlanması hem Coğrafi Keşifler noktasında hemde merkantilizmin amacına hizmet etmiştir.

Merkantilist politikalar zamanla bazı sonuçlar doğurarak bu sisteme olan güveni azaltmıştır. Özellikle dış ticaret fazlasının sürekli aynı ülkelerde toplanması,para stokunun aşırı derecede artması ile paranın değerini düşürmüş ve ciddi enflasyona neden olmuştur. Ticari faaliyetlerde de sürekli tek bir tarafın zenginleşmesi yüzünden ticari partnerler yoksullaşmaya başlamış ve ticaretin işleyişine ve rekabet ortamına da zarar vermiştir. 

Merkantilizmin Türk İktisat tarihinde ki yerine baktığımızda ise bu sistemin dönemin Osmanlı İmparatorluğunda uygulanmasının çok zor olduğunu görmekteyiz çünkü Osmanlı Devletinin iktisadi anlayışı Anti-Merkantilist bir zihniyeti barındırdığını görüyoruz. Osmanlı devletinin iktisadi yapısı üç temel ilke üzerine oturtulmuştur. 

Osmanlı ekonomisi üç temel ana ilkesi vardı.  Bunlar İaşe ilkesi,gelenekçilik ve maliyecilikti.

İAŞE İLKESİ:

Bu ilkenin en temel esası Osmanlı vatandaşlarının ihtiyaçlarının en iyi şekilde karşılanması,vatandaşların yaşadığı bir ortamda açlık,kıtlık ve yoksulluk gibi sorunları ortadan kaldırılması anlayışına sahiptir.Bununla birlikte temel ihtiyaçların dışarıya çıkmaması içinde ihracata Yönelik politikalar çok sıkıdır ve genelde ithalata önem verilmektedir.  

GELENEKÇİLİK:

Osmanlı tebaasında ki tüm sosyal yapıların kültürel iktisadi yapıların korunması (lonca teşkilatı gibi)

MALİYECİLİK:

Osmanlı ne olursa olsun her zaman hazinenin dolu olmasını istemiştir. Harcamaları minimum seviyeye indirmek hazineyi altınla dolu tutmak temel amaç edinilmiştir.

Bu üç ana ilkeden çıkardığımız sonuca göre özellikle İaşe ilkesinin ihracat üzerinde çok büyük bir etkisi vardır. Osmanlı devletinin ihracat ile birlikte ülkeden kaynak çıkması ile Osmanlı tebaasının temel ihtiyaçlarında bir eksilme ve kıtlığa yol açacak bir anlayışa sahip olması ihracatın önüne engel teşkil etmiştir. Ve merkantilist sistemin en temel özelliği olan X>M (İhracat>İthalat)diye adlandırılan düzenin önüne engeldir. Her ne kadar Osmanlı Devleti Mutlak Monarşi ile yönetilsede,devlet iktidarını sınırlayan bir sistemin olmaması güçlü devlet,güçlü ordu anlayışını gösterip merkantilizmin ilkelerinden birine uyum sağlasada bu sistemin en temel ilkelerinden biri olan bazı özelliklere devletin iktisadi sistemi engel olduğu için Osmanlı Devletinin Anti-Merkantilist bir düşünceye sahip olduğunu söylemeliyiz. 

GÜRKAN DANIK

27 Eylül 2015 Pazar

MERKEZ BANKALARI KARARLARINI AÇIKLADI


Ekonominin gidişatında son haftalara baktığımızda dolar kurunun yükselmeye devam edip tepe noktası olarak kabul edilen 3.07'nin üstüne çıkarak direnç noktasını kırması ve Amerika merkez bankası FED'in ve TCMB'nın PPK toplantısı sonucunda ki faiz kararları gündemin en önemli konuları idi. 

Amerika Merkez Bankası FED beklenildiği gibi faiz oranlarına gene dokunmadı ve sabit tuttu bu karardan sonra her ne kadar dolar 2.97 seviyelerine kadar düşsede bu düşüş görünümü çok kısa sürdü özellikle kurban bayramının ve FED kararı sonrasında FED başkanı Yellenin bu yıl içerisinde faiz oranlarını yükselteceklerine dair öngörüleri konuşması dolara tekrar bir hareketlilik sağladı. TCMB ise geçen aylarda FED kararlarının etkili olacağını bekle-gör uygula sistemini kullanacağından bahsetmişti. Ve o da PPK toplantısında almış olduğu kararla  gecelik marjinal fonlama oranını (faiz koridorunun üst bandı) yüzde 10,75 ve Merkez Bankası borçlanma faiz oranını yüzde 7,25'te sabit bıraktı. 
PPK, bir hafta vadeli repo ihale faiz oranını (politika faizi) yüzde 7,50'de tuttu.Bu oranları sabit tutması ile birlikte ise 
Sıkı para politikası duruşunun ve alınan makro ihtiyati önlemlerin etkisiyle kredi büyüme hızlarının makul düzeylerde seyrettiği vurgulanan duyuruda, dış ticaret hadlerindeki olumlu gelişmeler ve tüketici kredilerinin ılımlı seyrinin cari dengedeki iyileşmeyi desteklediği belirtildi.
FED Başkan'ının yakın zamanda yapmış olduğu bir sunumda ise faiz arttırımını bu sene içinde arttırmayı öngördüğünü ABD'nin iş gücü piyasasında iyileşmenin olduğunu ama tam istihdamın sağlanamadığını ABD'nin ekonomik görünüşünün iyi olduğunu ve güçlü iş piyasasının ise hedeflenen %2 lik enflasyona destek olacağını söyledi. 

Enflasyon konusunda TCMB Erdem Başçıda bazı açıklamalarda bulundu özellikle son zamanlarda her ne kadar enerji mallarında ki fiyatlardan dolayı maliyet avantajı iyi bir görünüm sergilesede dolar kurunda meydana gelen artışlardan kaynaklanan enflasyon artışının eylül ayı enflasyon rakamlarına yansıyabileceğini çekirdek enflasyonun oranında bir negatif etkinin olabileceğinden bahsetti. 

Sonuç olarak bu hafta merkez bankalarının faiz ile ilgili vermiş oldukları kararlara bakarsak FED'in ABD kendini tam olarak garantiye alsın ekonomik kuşkular kalmasın düşüncesine sahip olduğunu TCMB'nin ise bakalım görelim neler olacak zihniyetine sahip olduğunu söyleyebiliriz. 

Kaynak:Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası,
NTVpara

17 Eylül 2015 Perşembe

SON BÜYÜME ORANLARININ EKONOMİK ANALİZİ

Son açıklanan büyüme oranları ile Türkiye ekonomisi %3.8 büyüme oranları ile 2. çeyrektede büyümesini sürdürdü ve 23 çeyrektir büyümeye devam ediyor öncelikle bu büyümenin ekonomik analizini yapacak olursak şunları söyleyebiliriz.  Türkiye'nin enerji ve emtia mallarının büyük bir kısmı dışarıdan sağlanıyor ve üretim aşamasına giren bu ürünlerin ham maddesi ithalat ile temin ediliyor özellikle son dönemlerde petrol ve emtia fiyatlarında ki düşüş İran'a uygulanan yaptırımların kalkması sonucu arz artışından dolayı brent petrol fiyatlarındaki küresel çaptaki düşüşün Türkiye'ye yaradığını söyleyebiliriz bu fiyat düşüşleri Türkiye'ye hem maliyet avantajı sağlamak ile birlikte hem arz yönlü hemde gelir yönlü bir avantaj sağladı. Ve bu çeyrekte açıklanan büyüme oranları beklentilerin üzerinde seyretti. 

Büyüme rakamları ile Temmuz ayı cari açık oranlarıda açıklandı ve bir önceki yılın aynı ayına göre cari açıkta bir artış gözlemlendi.  Bununda en büyük nedeni ise özellikle ABD merkez bankası FED'in faiz oranlarını arttırma yönlü spekülasyonları ve küresel çapta doların değerinin yükselmesi ve Yurtiçinde siyasi istikrardaki son 4 aydaki dalgalanmalar ve artan terör faaliyetlerinin ekonomi üzerinde dezavantajları söylenebilir bu sorunların ayrıca sadece cari açık oranlarında değil bazı makro ekonomik göstergeler üzerinde de etkisi olduğunu söyleyebiliriz. 

Özellikle son açıklanan büyüme oranları ile Türkiye G20 ülkeleri arasında da en fazla büyüyen üçüncü ülke olduğunu görüyoruz. Türkiye'nin  küresel gelişmelerden nasıl yararlandığını ve fırsatları değerlendirip gelişmeleri kendi lehine çevirdiğini görmekteyiz. 
Ama tabiki küresel düzeydeki bu gelişmelerden daha iyi bir şekilde yararlanılabilinirdi. Özellikle son zamanlarda Türkiye'nin gerçekten eline çok güzel fırsatlar geçti Rusya ile yapılan enerji anlaşmaları Türk akımı projesi,küresel çapta emtia ve petrol fiyatlarının düşmesi,Avrupa ülkelerinde ki ekonomik durgunluk tüm bu gelişmeler bazı yönleri ile Türkiye'nin lehine de olsa Türkiye'nin özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra siyasi istikrarında meydana gelen bir kırılma ve Temmuz ayından itibaren artan terör ve şiddet olayları bu küresel gelişmelerden almamız gereken ve kendi çıkarlarımızı maksimum edecek hamleler yapacak iken tüm bu yurtiçinde ki olumsuzluklar Türkiye'nin önüne geçici bir zamanda olsa engel teşkil etti. 

Küresel piyasalara baktığımızda ABD verileri istenilen düzeylerde gelsede Çin'in Piyasalardaki bulanıklığı ABD merkez bankası FED'in faiz ile ilgili bu ay içerisinde alacağı kararda etkili olacak gibi gözüküyor. Dolar üzerinde ki spekülasyonlar da devam ediyor FED'in faiz arttırımı beklentilerinin devam etmesi kesin bir kararın her toplantıda çıkmaması ve maalesef ülkemiz içerisinde yandık-bittik-mahvolduk felsefesini benimseyenler ekonomi üzerinde olumsuz senaryolar yazmaya devam ediyor. Tüm dünyada bir çok ülke para birimi karşısında değerlenen dolar ülkemizde ki spekülasyon,manipülasyonlarla besleniyor ve TL karşısında değer kazanmaya devam ediyor
 Doğu'ya gittiğimiz de ise İran'ın hisseleri değerlendiriyor İran,üzerinden kalkan yaptırımların kalkması ile arz artışı neticesinde petrol fiyatlarının düşüşü artık küresel anlamda uzun bir süre kalıcı olacak izlenimi veriyor emtia fiyatlarının düşüşü ise hem hammadde hemde enerji ithalatçılarının yüzünü güldürüyor. 

Yaşanan tüm bu süreçte artık Türkiye ekonomisini eleştiri yağmuruna tutmak ülkemize yapılacak en büyük haksızlık olacağını düşünüyorum ülke ekonomisinin 23 çeyrektir büyümeye devam etmesi hem G20 hemde OECD ülkeleri arasında en yüksek büyüme oranlarına sahip bir Türkiye'nin küresel Piyasanın vazgeçilmez bir aktörü olduğunu gösteriyor. Türkiye'nin şuanda yapması gereken hamle ise siyasi istikrarını tam manası ile sağlamlaştırmak,yurtiçi sorunlarını çözmek ve global hamleleri iyi tespit edip ona göre hareket etmek ve bu olumlu trendi devam ettirmek olacaktır. 


10 Eylül 2015 Perşembe

YANLIŞ BATILILAŞMA VE FARKLI ANLAMDA MODERNLEŞME

Kendi kendinize sorun Batılılaşma dediğimiz kavram nasıl oldu da bu şekilde yaygınlaştı nasıl oldu da İslam coğrafyası olarak adlandırdığımız Ortadoğu, Arabistan Yarımadası ve Orta Asya’da Batılılaşma ,Batı'nın kültürünü geleneğini yaşam biçimini alma isteği neden bu şekilde yaygınlaştı. 

Bu soruların cevabı basittir sömürgelerle hileli oyunlarla sağladığı zenginliği ve cafcaflı yaşantısı ile Batı önce sizin gözünüzü boyar sonra onlar gibi olmak istersiniz ve onlar gibi olabilmek içinde onların sosyal ve kültürel yaşantılarından tutunda siyasal düzenlerini yönetim biçimlerini ve iktisadi yaşamlarını tamamen olduğu gibi örnek alır ve kabul edersiniz ve onlar gibi olabilmek içinde onlardan yardım istersiniz ve işte bundan sonra ise Batı'nın kıskacı altına girer ve artık onlara teslim olursunuz. 
Peki bu nasıl mı gerçekleşir en kısa örneğini şöyle açıklayalım öncelikle bir ülke kendisine batılı bir ülke gibi izlenim verebilmek için tüm enerji,altyapı,telekomünikasyon sistemleri yenilenir ve bunların yatırımı için yabancı uyruklu şirketler seçilir çevre düzenlemeleri yapılır,cafcaflı yüksek binalar heryere dikilir,alışveriş merkezleri kurulur,ithalat serbestleşir,gümrük vergileri düşürülür,ülke yabancı sermayeye açık hale gelir. Kısaca tüm bunlarla birlikte milli geliriniz artar bunlar aslında çok kötü şeyler değildir çoğuda ülke için faydalıdır ama tüm bunlar yapılırken yabancı devletlerden finansman sağlanır ve borç stoğu arttıkça işte o zaman bu Batılı Ülkelere borçlarınızı ödemek için ülkenizin en stratejik noktalarını,enerji kaynaklarınızın yönetimini,yer altı kaynaklarınızın yönetimini yabancı devletlerin Kontrolü altına bırakır ve artık onların borusu öttükçe siz siz olmaktan çıkarsınız. 

Bazı kişiler ise batılılaşma ve modernleşmeyi farklı anlıyor Modernleşme Dediğimiz kavram herşeyden önce tamamen batılılaşmadan farklıdır ama maalesef bu zamana kadar Modernleşme ve Batılılaşma hep eş anlamlıymış gibi insanlara empoze edilmeye çalışıldı dünyada sadece ama sadece Batı toplumu mu modern cihazlar,teknik çalışmalar,teknolojik icraatlar ve keşiflere imza atmıştır tabiki bu sorunun cevabı hayır özellikle Doğu medeniyetleri Batı toplumlarından önce çok ama çok eskiye dayanan ve hala izleri silinmeyen bilimsel çalışmalara imza atmış ve hepsi batı medeniyetinin gelişmesine öncülük etmiştir.
Bunun örnekleri tarihte çoktur fen,edebiyat,astronomi,matematik,fizik,coğrafya gibi dallarda kendinden söz ettiren bir çok Doğulu bilim insanı vardır 

Batı ise modern yaşama ancak 15. yy dan itibaren Coğrafi Keşifler ,rönesans ve reform hareketleri ile başlamışlardır ve 17 yy'ın sonlarına doğru İngiltere'de başlayan Sanayi Devrimi ile de hız kazanmıştır. Bahsetmiş olduğumuz bu tarihlerden önce Batı'nın medeniyetten yoksun olduğunu gösteren çok çarpıcı örnekler vardır kendini medeniyetin beşiği zannedenler daha düne kadar tuvalet adabından bile yoksundu Sanayi devriminden önce İngiltere sokaklarında çürümüş insan cesetleri ile kedi ve köpek cesetlerini ayırt etmek bile zordu şimdi bazı kadın hakları savunucularının örnek aldığı Batılı toplumlar daha 200 yıl öncesine kadar boynunda tasmalarla Kadınları Köle olarak kullanıyor eşya olarak satıyordu 
Modernleşmeye kapalı bir toplum olamayız tabiki Batı'nın faydalı yönleri alınması gerekir ama asla modernleşme çabası içerisinde iken bir millet kendi Kültür'ünü geleneklerini yaşam biçimini,manevi değerlerini unutmamalıdır. Modernleşme kendi örf adet geleneklerimiz ve kültürel birikimimizin süzgecinden geçerek oluşturulmalıdır ve bu konu çok önemlidir. Maalesef özellikle 18.yy'dan itibaren ve Cumhuriyetin ilanından sonra hız kazanan batılılaşma çabaları yanlış stratejik bir harekettir. Bu hareket Modernleşme hareketi değil olduğu gibi Batıyı örnek almak olmuştur. Özellikle 18.yy da Osmanlı eğitim sistemi ile yoğrulmamış Batı'nın cafcaflı Okulları'nda eğitim görmüş kendi kültüründen ve geleneklerinden uzak yaşamış olanların(Jön Türk'lerin) başlattığı bu geleneksel yaşamın dışındaki hamleler bir imparatorluğun sonunu getirmiştir. Bir anda toplumun alışık olmadığı yönetim modelleri,sosyal yaşam biçimleri çok hızlı gelişmiş ve maalesef bir toplum yeri geldiğinde bir günde yozlaştırılmış ve asimile edilmiştir.

Ülkelerin yapması gereken kendi öz şuuru ile milli duygularını kaybetmeden öz kimliğini kaybetmeden modern yaşama şekil vermektir bu sistem uygulandığında Batıya muhtaç olunmayacaktır. Devletler kendilerine ait yönetim şekillerini,üretim tarzlarını,iktisadi ve sosyal yaşamlarını oluşturacak hem öz değerler korunacak hemde küresel dünya takip edilecek ve yeri geldiğinde oluşturulacak her yeni ürün şuan isimlendirilen modern dünyaya katkı sağlayacaktır. 

GÜRKAN DANIK



7 Eylül 2015 Pazartesi

21.YÜZYILIN ÜTOPYALARI KÜRESEL PARA BİRİMİ

Para bir ülkenin özgürlük ve egemenliğinin en büyük ifadesidir ve tarih boyunca da güçlenen, kendini güçlü hisseden gerek şehir devletleri ve gerekse diğer egemenlikler, bunu kendilerine ait para basarak ifade etmişler, çevrelerine ve tarihe egemenliklerini ifade etmişlerdir.

21.yy'nın en önemli ütopik düşüncelerinden biri küresel çapta bir para birimi oluşturmak,özellikle küresel keynesçiler ve post keynesçiler tarafından ortaya atılan bu kavram şuanki yaşadığımız dünyada büyük bir ütopyadan başka bir şey değil. 

21.yy da küresel para biriminden anlaşılan şey dünyada süper güç ünvanına sahip bir ülkenin para biriminin küresel çapta değer görmesidir. Ama küresel keynescilerin,post keynescilerin ve bir çok iktisat okulunun savunduğu küresel para birimi kavramı ile şuanki bu düzen tamamen zıt bir durumu ortaya koymaktadır. Çünkü bahsettiğimiz iktisat okullarının tanımladığı  küresel para birimi
Dünyada hiç bir fark gözetmeksizin hem gelişmiş ülke için hemde gelişmemiş ülke için geçerli olan bir sistemi kabul etmektir. 

Artık dünyada kim süper güç ise finansal sisteme,küresel piyasaya,küresel üretime kim en büyük etkiyi yapıyorsa o ülkenin para birimi küresel bir nitelik kazanıyor ve tabiki söz konusu bu ülkelerin paralarının konvertibilitesinin bu kadar yüksek olması gelişmiş ülkelerin küreselleşen finans sisteminde büyük kazanç sağlamasına neden olmaktadır. Ve bu sistem böyle yürüdüğü içinde gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin ise cari durumlarını dengeleme şartını ve bu dengelemeyi oluştururkende ülkelerin kendi iç piyasaları için büyük sıkıntıların ortaya çıkmaması için çaba sarf etmesini gerekmektedir. 

Küresel para konusunda Arestis ve arkadaşları dünyada farklı derecelerde konvertibiliteye sahip farklı kurların varlığı uluslararası kredi koşullarında bir standartın sağlanmasını engellediğini ileri sürmekte idi. Yazarlara göre bu durum yalnızca finansal küreselleşmenin önünde bir engel oluşturmakla kalmamakta,aynı zamanda gelişmiş ülkelerin orantısız bir biçimde yararlandığı bir küresel finansal sistem anlamına gelmektedir. Bu sorunun çözümü için ise tüm zorluklara rağmen bir küresel para birimine ve bir küresel merkez bankasına gereksinim vardır düşüncesi ortaya atılmıştır. 

Küresel para ile ilgili çalışmalardan biri AB'nin tüm Avrupa kıtasını tek ülke kabul edip bu ülkeye ait olan bir para birimi ve ortak bir merkez bankası kurma düşüncesi ile birlikte kendisine bu hedefleri koymasına ve hatta bazılarını gerçekleştirmesine rağmen AB'ye üye olan ülkelerin gerek ekonomik istikrar durumları ile birlikte her üye olan ülkelerin şahsi problemleri ve farklı bakış açıları yüzünden bu amaçlarını tam manası ile gerçekleştiremediği söylenebilir. 
Euro'nun tüm Avrupa kıtasında ve AB'ye üye olan çoğu ülkenin kabul ettiği bir para birimi olmasına rağmen Arestis ve arkadaşlarının ve post keynesyen iktisatçıların istediği bir düzeyde küresel para biriminin gerçekleştiği söylenemez.