16 Ekim 2023 Pazartesi

AKREBİN KISKACINDA FİLİSTİN “ÖZGÜRLÜK MEFKUREDE GİZLİ”

 


Orta Doğu son zamanlarda olabildiğinden çok daha fazla hareketli özellikle son günlerde yaşananlar bize gösteriyor ki yeni dünya düzeninin ayak sesleri artık çok daha net bir şekilde duyuluyor. Artık hiçbir ülke bulunduğu coğrafyada rahat değil herkes her an bir hedef noktası, sadece bu hedeflerin yeri ve zamanı kim ya da kimler tarafından vurulacağı ya da vurulmaya çalışılacağı belli değil.  

Mazlumların kan ve gözyaşı ile yoğrulmuş ve şehitlerin kanı ile şereflenmiş Müslüman coğrafyasının toprakları ise yüzyıllardır açık bir şekilde hedef olmaya devam ediyor ve hedefe acımasızca saldıranlar ise kendini açık bir şekilde gösteriyor. 

Kudüs'ü biliyorsunuz İlahi dinlerin en büyük mekanı O kutlu Nebi'nin (S.A.V) miraçta ki en güzel durağı… Mescidi Aksanın bulunduğu o mukaddes şehir, Müslümanların ilk kıblesi ve yine Hz. İsa'nın tebliğe başladığı ve göklere yükseldiği, Hz. Davud'un, Hz. Süleyman'ın ve daha birçok peygamberin övgü ile bahsettiği şehirdir Kudüs, ama şimdi o Kudüs boynu bükük ve zalim hükmü altında o mukaddes beldeye yakışan inanca dayalı her şey şuan ayaklar altına alınıyor ve son Nebi'nin (S.A.V) mübarek ayaklarının değdiği o yerleri şuan maalesef Müslümanlara zulmeden ve inanca ve ibadete saygısı olmayan postallar çiğniyor bu maalesef acı bir gerçek...

Evet gerçekleri, zulmü, haksızlığı açık bir şekilde görüyorken tabi ki sessiz kalamayız bizlerde bir şeyleri artık söylemeyi değil bizzat artık icraata geçme boyutunda olmalıyız karşımızda ki güç maalesef kendi amaçlarına doğru hızlı bir şekilde gidiyor bu çok açık, artık bazı şeyleri daha net bir şekilde belirtmeyi önlemleri de bu doğrultuda almak mecburiyetindeyiz. Şimdi şu zamana kadar yapmış olduğumuz ve kendi kendimizi rahatlatmaya çalıştığımız aslında kimseye faydası olmayan hareketlerden vazgeçmeliyiz evet bir tepki ortaya koyacağım ama benim tepkim eline üstünde "Kahrol İsrail", "İsrail Terörist" diyen kartonları alıp avazı çıktığı kadar bağırmakta olmayacak çünkü bu hareketin hiç bir faydası yok ve meydanlarda toplanan sadece eline bir A4 kağıdı alıp açıklama yapan STK temsilcileri ve değerli başkanlar, kusura bakmayın yaptığınız açıklamalarında bir anlamı ve faydası yoktur.

Şimdi bazılarınız o klasik cümleyi kurabilir zalime karşı sessiz mi olalım, dilsiz şeytan mı olalım diye kesinlikle olmayacağız her zaman mücadele edeceğiz ama inanın ki mücadele yöntemi bu değil şimdi gelin sizinle farklı bir yol deneyelim ve görelim şu ana kadar aslında yapmış olduğumuz her şeyin baştan aşağı yanlış olduğunu. 

ÖNCE RAKİBİNİ TANI VE PLANI ÖĞREN

Yıllarca toplum olarak belki de yaptığımız en büyük yanlış, eleştirdiğimiz, kınadığımız ve hatta ve hatta sövüp saydığımız her şeyin anlamını tam olarak bilmememiz. Evet kızıyoruz ama kime kızıyoruz kimi kınıyoruz kime lanet okuyoruz işte bunlara cevap veremiyoruz önce bu sorunu çözmeliyiz evet herkesin ağzında tek slogan "İsrail Terörist" peki kim bu İsrail tamam düşman o, ama bu düşman kimin nesi, nereden gelmiş nereye gidiyor bu konu toplumun kafasında ne kadar yer ediniyor burası meçhul…

İsrail kuruluş amacı olarak diğer ülkelere kıyasla çok daha farklı bir boyutta, çünkü bu devlet hem dini bir kimlik taşırken hem de katı bir ideoloji üzerine kurulmuştur. İsrail'i oluşturan Yahudi kesimi dünyada öyle çok kalabalık bir topluluk değil taş çatlasın en fazla 15 milyon kişi, bu sayınında belli bir kesimi İsrail'de bulunuyor. Yahudi kesiminin yani özelliklede İsrail'in bu sayıyı arttırma gibi bir hamlesi şu ana kadar mevcut değil İsrail yurttaş=dindaş gözü ile bakıyor ve ülkesinde yaşayan Yahudileri de safkan olarak kendisine ait özel sınıflandırma şekilleri ile ayırıyor ve Museviler Yahudilerle bir tutulmuyor.

Kuruluş macerası ilk olarak 1897 yılında I.Basel kongresi ile başlayıp resmi olarak ise 1948 yılında kuruluyor en büyük kurucu liderleri ise Siyonizm’in izinden bağlılık ile giden Theodore Herzl'dir. Araştırmacı gazeteci olan Herzl 1890'lı yıllardan itibaren İsrail'in kurulması için dünyanın dört bir yanındaki Yahudileri tek çatı altında toplamaya çalışıp kendi amaçları doğrultusunda İsrail'in kurulması için her yolu denemiştir. Cennet Mekân Sultan Abdülhamid Han ile Filistin konusundaki tartışması ve Ulu Hakan'dan almış olduğu ret cevabı tarihin baş sayfalarında yerini almaktadır.  

Ülkelerin kuruluş amaçları olduğu gibi ileri ki nesiller içinde düşünmüş olduğu uzun vadeli planları her zaman vardır. Türkiye'nin nasıl ki kurtuluş mücadelesinde Misak-i Milli sınırları var ise İsrail'in de kendisine yönelik hem kuruluş amacını hem de uzun vadeli planları içeren bir Arzı Mevud (Kutsal Topraklara giriş) amacı bulunmaktadır.

Theodore Herzl'in İsrail'in kurulma konferansında kendi ülkesi için şunları söylemiştir. "Topraklarımızın kuzey sınırları Kapadokya Dağları Güney sınırları ise Süveyş Kanalıdır" işte bu sınırları göz önüne aldığımız zaman İsrail oğullarının göz diktiği topraklar sadece Kudüs değil Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu bölgesi, Doğu Anadolu bölgesi, Akdeniz'in bir kısmı ve İç Anadolu'da Nevşehir ve çevresine kadar bölgeler İsrail'in Arz-ı Mevudu’nun içinde yer almaktadır. İsrail'in göz diktiği topraklarında tarih boyunca hem Anadolu'da hem de Ortadoğu da bulunan zengin kaynakların hemen üstünde yer alması sömürü zihniyetini çok açık bir şekilde bize gösteriyor. 

Osmanlı döneminde devleti parçalamak için 1800'lü yıllarda yapılan uzun soluklu parçalama planını oluşturan devletler (ki bunun başında en büyük aktör İngiltere) Ortadoğu'yu keskin bir kılıç gibi kesip atacak bir taşeron devlet gereksinimi duydular. Hem dini hem de ideolojik amaçlarını saplantı haline getiren İsrail ve İsrailoğulları aslında parasal ve finansal güç olarak Osmanlı Devleti’ni parçalamayı düşünen devletlerin en büyük efendisi idiler. 

EKONOMİK VE FİNANS DÜNYASINDA Kİ GÜÇ 

Yahudiler Sanayi Devrimine kadar yoksul ve orta gelirli olarak yaşadılar ve dağınıktılar tüm dünyayı ekonomik olarak değiştiren Sanayi Devrimi ile Yahudiler birikim yapıp orta sınıfta olan tüccarlara borç verdiler ve bu borçları verirken uyguladıkları faiz sistemi ile Yahudilerin elde etmiş oldukları kazanç katlanarak arttı. İlerleyen zamanlarda ise zenginleşen Yahudiler artık devlet adamlarına, politikacılara, krallara ve imparatorlara ve dünyadaki ülkelere borç verir duruma geldiler ve zamanla bu ülkelerin uyguladıkları politikalarda söz sahibi oldular ve büyüdükçe büyüdüler Abdülhamid Han zamanında 20.Yüzyılda köleliğin borçlanmak olduğunu söylerken yanılmadığını bu örneklerle açıklıyoruz.

Dünyada Yahudi ailelerinin yönettiği para tüm dünyada ki ülkelerin milli hasılasının neredeyse yarısı örnek olarak en büyük Yahudi ailelerden Rothshildlerin yönettiği para trilyonlarca dolar bu miktar birçok ülkenin GSMH'nin çok çok üzerinde, üretim ve temel tüketim-gereksinim mallarının en büyük sağlayıcısı Yahudi kesimi, dünyada kapitalizmin başlangıcı ve ekonomik sistemlerin kurucularının Klasik İktisat sisteminin kurucularının (Adam Smith) Yahudi oluşu ve hatta sistem çıkarlara ters düşerse mevcut sistemi eleştirenlerin bile Yahudi oluşu (Karl Marks -Sosyalist Sistem) ekonomide ki güçlerini bize açık bir şekilde gösteriyor kontrollü kaoslar, borçlandırılan ülkeler, IMF politikaları ve politikalarda sunulan kurtarma paketi altında size böyle yapacaksınız yoksa para yok demeleri her şeyin bir sistem halinde yürütüldüğünün açık kanıtı. 

GAZZE’NİN ÖNEMİ

Yıllardır birçok çatışmaya sahne olan bölge İsrail ve Filistin arasında yaşananlar dünya sahnesinde mazlum ve zalimin yerini net bir şekilde göstermiştir. Tarih şahittir ki savaşmanın da bir usulü, kanunu ve raconu vardır. Karakterli bir şekilde yürek yüreğe savaşanlar kadın, çocuk öldürmez birbirlerinin kutsal mekanına saldırmazlar. Zulüm ile hükmetmeye kalkanlar döktüğü kanda bir gün boğulurlar.

Bu yukarıda bahsetmiş olduğumuz insani ve vicdani kurallar herkesi ilgilendirmektedir. Gazze’de ölen çocuk ile İsrail’de ölen masum bir çocuk arasında hiçbir fark yoktur. İnsan olmanın gerekliliği hangi inanıştan, dinden, ırktan olduğuna bakılmaksızın birlikte barış içerisinde saygı ile yaşamaktır. Zulmedene benzemek haklı bir davayı savunurken haksız duruma düşmek en büyük ayıptır.

Yüzlerce hukuksuzluk ve insan haklarına saygısızlığın yapıldığı bu coğrafyanın önemi nedir? Gazze neden önemlidir?

Gazze şeridi 40 kilometre uzunluğunda dar bir sahil şerididir. Adını en büyük şehri Gazze’den alan bu bölgede 1,4 milyon Filistinli barınmaktadır. Gazze Şeridi hiçbir ülke tarafından bağımsız bir devlet veya devlet bölgesi olarak kabul edilmemektedir. Aksine dünyadaki genel kabul, İsrail’in bir parçası şeklindedir. ABD tarafından ise, İsrail tarafından ele geçirilmiş ve İsrail- Filistin arasında bir anlaşmayla geleceği belirlenecek bir bölge olarak tanımlanmaktadır. İsrail, Gazze Şeridi'nin hava ve deniz sahalarını kontrol etmektedir Gazze Şeridi’nin İsrail ile 51 kilometre ve Mısır ile 11 kilometre uzunluğunda kara sınırı vardır. Gazze Şeridi ılıman bir iklime sahiptir. Kışları serin yazları sıcaktır. Doğal kaynakları; ekilebilir arazi ve yeni keşfedilmeye başlanan doğal gazdır.

Bölge hem stratejik hem de tarihsel bir öneme sahiptir. Her savaşta olduğu gibi Filistin’in coğrafi konumu bütün sömürgecilerin ağzını sulandırmaktadır. 1948’den günümüze kadar Filistin toprakları pare pare koparılmış ve bir köşeye sıkıştırılmıştır. Filistin kan ve göz yaşı ile akrebin kıskacında yoğrulmuştur. Bu koparılmanın, bu saldırganlığın temelinde bize göre sözde ama İsrail’e göre bir mefkure olan bir teori yatmaktadır. Bu teorinin kaynağı Arz-ı Mevud’dur.

ARZ-I MEVUD'UN KAYNAĞI

İsrail'in kutsal topraklara giriş olarak adlandırdığı serüvenin başlangıcı Hz. Musa'ya kadar gitmektedir. Ama İsrailoğulları tarih boyunca kendisine gönderilmiş Peygamber'lerin sözünü dinlemeyen bir topluluk olarak bilinmesinin en önemli kanıtı Kuran'ı Kerim'de yer almaktadır. Kuran'ı Kerim'in en önemli suresi olarak bilinen Maide süresinde Hz. Musa ve Kavmi ile geçen konuşmada Hz. Musa'nın kavmime toprakları için mücadele etmelerini öğütlerlerken kavminin Hz. Musa'yı dinlememelerinden sonra Hz. Musa Allah'a dua ederek "Ey Rabbim! Ben kendimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum, artık bizimle bu fasık kavmin arasını ayır" dedi. Maide süresinin 20-26 ayetleri bu konuşmanın tamamını vermektedir. İsrail kendi amaçlarını (Arzı Mevud) kendisinin oluşturmuş olduğu bozulmuş ve Hz. Davut'a inen Tevrat'tan çok daha farklı anlayışlarla sahip kaidelerle hareket etmektedir. Hz. Davut'a inen Tevrat'ın söyledikleri ile İsrail'in yaptıkları ve uyguladıkları tamamen birbirine zıttır. İsrail ise Theodore Herzl'in belirlediği sınırlara ulaşmak için hiçbir zaman durmayacak ve amaçları doğrultusunda hem askeri hem de ekonomik gücünü Siyonist ideoloji ile kullanmaya devam edecektir. 

1948’DEN GÜNÜMÜZE PARE PARE FİLİSTİN

İsrail Filistin üzerindeki ilk büyük ablukasına 1948 yılında başladı. İsrail'in kurulmasıyla aynı dönemde yaşanan 1948 Arap-İsrail Savaşı, Filistinlilerin yaşadığı acıları azaltmazken, topraklarının işgal edilmesini de durduramadı (AA,2021)

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 29 Kasım 1947'de Filistin'in, Yahudi ve Filistin devleti olarak bölünmesini öngören karar onaylandı. Karara başta Filistinliler olmak üzere Arap ülkeleri karşı çıkarken, siyonistler ise kararı memnuniyetle karşıladı (AA,2021)

Bölünme kararının ertesi günü siyonistler tarafından kurulan Haganah adlı silahlı çete tarzı örgüt, Yahudilerin ikamet etmesi için hazırlanan bölgeleri ele geçirdi (AA,2021)

Filistin'de İngilizlerin manda yönetimi sona erer ermez silahlı örgütler, 14 Mayıs 1948'de David Ben Gurion tarafından İsrail devletinin kurulduğunu duyurdu.

İsrail'in 14 Mayıs 1948'de tarihi Filistin topraklarında bağımsızlığını ilan etmesi, Filistinliler için onlarca yıldır devam eden felaketler silsilesinin başlangıcı oldu. Bu nedenle İsrail'in bağımsızlığını ilan ettiği tarih olan 14 Mayıs'ı takip eden gün, yani 15 Mayıs "Nekbe" (Büyük Felaket) günü olarak sembolleşti (AA,2021)

Günümüze kadar uzanan bu süreçte Filistin topraklarının büyük bölümü işgal edildi, sistematik katliamlarla binlerce Filistinli öldürüldü, 1 milyona yakın kişi vatanından sürüldü, 675 köy yok edildi ve bazı kentler Yahudileştirildi (AA,2021)

Nekbe'den bu yana işgali genişleten İsrail, şu an 27 bin kilometrekarelik tarihi Filistin topraklarının yüzde 85'ine el koymuş durumda. Filistinliler ise bu alanın sadece yüzde 15'ini kullanabiliyor (AA,2021)

İsrail ayrıca 1967'de işgal ettiği Doğu Kudüs ve Batı Şeria'da da yasa dışı Yahudi yerleşim birimi inşaatlarına devam ediyor (AA,2021)

ÖZGÜRLÜK MEFKUREDE VE NİYETTE GİZLİ

Şeytan hiçbir zaman peşimizi bırakmıyor, ilk insanın varoluşundan bu zamana dek hiçbir zaman bırakmadı. İnsanlık var oldukça kötülük de var oldu; iyinin karşısına kötü, mazlumun karşısına zalim hep çıktı ve çıkacak da. Çünkü evren zıtlıklara tabidir. Şeytan her zaman yüz değiştirecek; belki bir birey, belki bir topluluk, belki de insanlığın içinde kin ve nefret hâline gelip diğer insanlara zarar veren bir duygu olacak ve bu süreç ahir zamana kadar da böyle sürüp gidecek.

            Geçmiş yüzyıl planlar yüzyılı idi bu yüzyıl uygulama yüzyılı olacaktır. Kadim coğrafyamıza bakıp diş bileyenler ağızlarının suyunu akıtanlar akrebin kıskacında bizi kan ve göz yaşı ile yoğurmaya çalışmaktadır. Planlarını yaptılar üzerimize geliyorlar sadece Gazze değil bütün mazlum coğrafyalar üzerinde aynı oyunlar farklı senaryolarla devreye sokuluyor.

            İstikametimizi kaybetmemeliyiz niyetlerimizi halis tutmalıyız. Arzu Mevud bizi çevrelerken bizler hangi mefkure hangi idealle cevap vereceğiz. Zalimin bile bir mefkuresi ideali var iken biz idealsiz olamayız. Nerde Kızılelma’mız bu soruyu kendimize sormalıyız. Mazlumların gönül coğrafyamızın hareket parolası kutlu mefkuremizdedir. Kızılelma gönül coğrafyamızın yerleşim merkezidir. Zalim kana bulanmış yumruğunu bize sallar iken hak sahibi olanlar şamar oğlanına dönmemelidir.

            İman ile çevrelenmiş tunç yürekler her daim ileriye gitmelidir. Düşmana benzemeden yürekten cenk edilmelidir. Kirli planlara dahil olmadan haklı iken haksız olmadan mücadele etmek en büyük erdemliliktir. Fırsat vermeden dökülen kan ve göz yaşını unutmadan tarihten ders alarak hareket etmek gerekir.

Yukarıda bahsettiğimiz her konu söylenilmek istenilenlerin küçük bir başlangıcıdır. Büyük resmi görmek, inancımızı kaybetmemek, kutlu mefkurenin izinde bu istikamette yürümek niyetlerimize besmele çekmektir.

Unutmayalım ki kutlu mefkuremiz Kızılelma zalimin kalbindeki korku, mazlumun yüreğinde ki ümittir. Yeryüzünde inançla yaşama ve yaşatma davasıdır. Kızılelma düşsen bile tekrar ayağa kalmak, sendelesen bile yeniden yürümek, hatta ölsen bile dirilmektir. Arz-ı Mevud’un karşısına çıkacak ideal bu sırda gizlidir.

Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istemektedirler. Oysa Allah, Kendi nurunu tamama eriştirecektir; kâfirler istemeseler bile…

28 Ocak 2023 Cumartesi

Mavi Göklerin Zümrüdüankası Milletimin Kızılelma'sı

    

    Tarihin tozlu sayfalarını yüreklerindeki cevher ile kutsal bir değere dönüştüren Türk milletinin ruhu hep aynı heyecan ile var olmuştur. 

    Zaman her şeyi kaybettirir ama bir gerçek vardır ki zaman aşkı ebedi kılar. Kutlu milletimiz tarih boyunca yedi denize üç kıtaya hükmetti. İnsanlığın zaman zaman unuttuğu adalet, merhamet ve her şeyden önce gerçek bir insaniyetin varlığını tüm dünyaya gösterdi. Gönül coğrafyamızda el açıpta âmin diyen bir neslin duası Adriyatik'ten Çin Seddine kadar yükseldi. 

    Zaman bir su misali akıpta gitti. Gönül coğrafyamızın bağları salkım salkım, pâre pâre koptu. Topraklar kaybettik kan ve göz yaşı ile yoğrulduk ama ruhumuzu kaybetmedik. 

    Sömürü zihniyeti ile nice ülkelerin kaynaklarına el koyanlar canlarını yaktıkları insanlar üzerinde bi korku imparatorluğu kurdular. Yenileşme ve medenileşme adı ile güzelleştirilen kirlenme, yükselen teknoloji ile zulmün merkezileşmesine dönüştü. 

    Sözüm ona onlar zeki idi. Onlardan başka kimse teknoloji geliştiremezdi. Gelişmemiş ve gelişmekte olanlar diye kılıflar koydular üzerimize o medeniyet timsali kirlenmişler. Kendi öz benliğini kaybedenler, ruhlarını iblisin aşına katık edenler ne desek az yetmiyor kelimeler...

    Tanrı dağlarından, Orhun'un kaynağından yüreklerini tunç edenler atlarını kanat eyleyip karış karış yol eylediler gönül coğrafyamızda, nice ülkeler abad oldu zalime karşı kılıçlar bilenirdi mazluma karşı erenlerin kalbi titrerdi. 

    Kutlu coğrafyamızda kaybettiklerimiz yüreğimizi kavuran bir kor idi. Ama demiri terbiye ettiğimiz ateşimiz küle dönsede sönmemişti. Türk'e kefen biçenler bizim ateşimizi bırakın söndürmeyi bizi tam anlamıyla yelliyor bizi daha da diri tutuyordu. 

    Ruhumuzdaki aşk atesi dirileceği günleri bekler iken günler günleri kovalıyordu. Çağlar teknoloji, bilim ve bilişim sektörleri ile değişiyor ve gelişiyor ve bambaşka bir dünyayı gözler önüne seriyordu. Bu yeni dünya da  ülkelerde kendine düşen payı alıyor bambaşka bir şekle bürünüyordu. 

    Bu gelişme ışığında bir-çok ülke için vazgeçilmez bir öneme sahip olan savunma sanayisi aynı zamanda ülkeler içinde bir saldırı stratejisidir. Sömürü zihniyeti ile gerçek hak sahiplerinin haklarını gasp edip kaynak istifleyenler bu kaynaklar ile elde ettikleri ve ürettikleri silahları tarih boyunca cümle mazlumların üzerinde denemekten bir an olsun geri durmadılar 

    Karadan, denizden ve havadan nice birlikler adaleti sağlamak için değil yeryüzünü kana bulamak için hizmet ettiler adı zalime çıkan efendilerine, teknoloji dediğimiz günümüz nimeti temiz bir gelecek için değil kirli bir amaç için kullanılır oldu.

    Gün geldi karşımızdaki sapkın ve azgın yığın ile mücadele edebilmek için geleceğe ışık tutacak genç beyinler ve adları tarihi ile müstesna gönül erleri çıkageldi. Her biri bir miras taşıyordu. Zamanında batıya gerçek ilmi öğretenler Uluğ Bey, İbn-i Haldun, Ali Kuşcu, Piri Reis gibi idiler.

    Dillerinde aşk, yüreklerinde Türk'ün mayası harç idi. Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Ahmed Yesevi gibi aşk ile yaptılar bütün eserlerini...

    Tarihe yön veren çift başlı kartalı ile gözlerini ufuklara, doğu ve batıya diken Büyük Selçuklu'nun o güzel manasını adında taşıyan bir gönül eri kendi gibi gönül işi yapan ekibi ile Türk'e yakışacak nice eseri yüreklerimize bayraktar eyledi. Geleceğin teknolojisini yerli ve milli bir kimlik ile yine bu milletin evlatlarına hediye eyledi.

    Savunma sanayisinde ülkemiz adına birçok güzel esere imza atan gönül erleri tarihe yön veren bir maneviyat ve mefkure ile bizlere bambaşka bir heyecan yaşattılar. Tamamen kendi kaynaklarımızla ürettiğimiz ve kimseye minnet etmediğimiz ilk insansız savaş uçağımız Kızılelma, çadır eylediğimiz mavi göklere yıldız, sancak eylediğimiz güneşe ise yâr oldu.  

    Tüm bu güzel çalışmalara karşı hala diş bileyenler oldu. Bu davranışları ile acziyet içinde olanlar kim bilir kimlerin yolunda hangi yalan medeniyetin kirlenmişleridir.

    Bu yalan medeniyetin temsilcileri yıllarca küçümser sözlerle yaklaştılar bizlere sadece onlar üretirdi. Onlar teknolojiyi terbiye edebilirlerdi. Biz onlar için bir pazar, bir müşteri idik. Yıllarca aynı zihniyet ile bizden aldıklarını bize satmaya çalışanlara biz sizden daha iyisini yaparız dedik.

    İçimizde ve ruhumuzda diri tutduğumuz kor ateşimizi küçümser sözlerle yellediler ve biz küllerimizden bir Zümrüdüanka yükselttik sonsuz göklere, gönül coğrafyamıza kanatları ile gölge olacak bir aşk bıraktık sonsuz maviliklere, binlerce yıllık mefkuremizi, hayallerimizi ad eyledik ona, Kızılelma'ya hey Kızılelma'ya dedik cümle aleme haykırarak Alparslanca

    Her şeyin ile bizimsin Kızılelma, anlamında ki ruh ile milletimin hayalisin, kanatlarınla cümle mazlumlara gölgesin, yerli ve milli duruşun ile gurur timsalisin ve herşeyden önce mavi göğün ve yağız yerin sonsuz sahibi Rabbime emanetsin...

5 Aralık 2022 Pazartesi

Devlet Adamı ve Siyasetçi Arasındaki Fark: Menfaatler Paradigması

   

    Dünya değişiyor 21. Yüzyılın dünyasında fiziksel gelişmelerden daha çok teknik ve bilimsel ilerleyiş hız kazanıyor. Daha da ileri bir seviyeyi ele alırsak bilişim sistemleri ile dünya farklı boyutlarda gözlerimizi kamaştırıyor. 

    Yaşı milyarlarca yılı aşsada şu ayak bastığımız yeryüzü, dünya dediğimiz şu alem hala hiç büyümeyen bir çocuk aslında, huylu huyundan nasıl vazgeçmiyorsa bu hiç büyümeyen çocukta asla kötü huylarından vazgeçmedi. Yeryüzünde birbirini yiyen insanlar, yıkılan şehirler, ülkeler ve hatta devletler vazgeçilmeyen daha doğrusu vazgeçilemeyen o kötü huylar kibir, bencillik, zalimlik ve hepsinin başaktörü, rol modeli insanoğlu...

    Menfaatler hiçbir zaman değişen duygular arasına girmedi insanoğlu zaman zaman birçok kötü alışkanlığından kurtuldu ama menfaatler her zaman var oldu. Menfaatler bireysel hale geldiğinde diğer kişiler bireyin altında ezildi. Ama menfaatler toplumun menfaati haline getirilip refah ve zenginlik paylaşıldığında sorunlar daha kolay çözüldü. 

    Dünyanın menfaatler konusundaki tecrübesi ve geçmişi maalesef hiç iç açıcı olmadı toplumun menfaati yerine bireyler kendi menfaatini ön plana koyduğunda kaçınılmaz savaşlar, iç karışıklar, anlaşmazlıklar ya çıktı ya da bizzat çıkarıldı. Şehirler, ülkeler, devletler yıkıldı. Tüm sayılan bu yapı içerinde kişisel menfaatler yüzünden insanoğlu yeryüzünü gözyaşı ile yıkayıp kan ile boyadı ama aslında ikisinide döken aynı varlıktı iyilerin döktüğü göz yaşı kötülerin döktüğü kanı yıkayamadı.

    Yıllar yılları kovaladı çağlar çağları atladı. Bir arada olmaz denilen insanlar yan yana gelmez gelemez denilen ülkeler birbirlerine göz kırptı. Bu sefer eller gırtlakları sıkmıyordu. Birbirini boğmak isteyen eller artık birbirleri ile kenetleniyordu. Yüzlerde yalandan bir sırıtma ile dillerde aynı slogan atılıyordu. O itici cümle yükseliyordu "Dostluk Göstergesi" ama her şey aslında menfaatler içindi.

    Devletlerin de karakterleri ve kişilikleri vardır. Bu devletlerde ise birçok karakteri ve kültürü yansıtan toplumlar mevcuttur. Devletleri ayakta tutan, besleyen, zenginleştiren ama eğer iyi yönetilmezlerse bir anda o devlete zarar verebilecek bir vazgeçilmezdir toplumlar. 

    Menfaatler bireysel olmaktan daha ziyade toplumun her kesimini ilgilendiren bir anlayışa dönüştüğünde gerçek fayda maksimize edilmektedir. Zaman zaman anlaşmazlık yaşayan insanlar gün gelir yan yana gelebilir birbirine en kötü lafları söyleyen siyasetçiler gün gelir el sıkışabilirler ama bu noktada asıl önemli soru bu bir araya gelme bireylerin mi yoksa toplumun faydasına mıdır? 

    Uluslararası ilişkilerde kalıcı dostluklar ve düşmanlıklar yoktur sadece menfaatler söz konusudur. Her ne kadar bu söz diplomatik ilişkiler için önemli bir parola olsada bu menfaatlerin uygulanışı devlet adamı ve siyasetçi ayrımını bize göstermektedir. 

    James Clarke'in söylediği gibi; "Bir siyasetçinin düşündüğü bir sonraki seçimdir bir devlet adamının düşündüğü ise bir sonraki nesildir." Bu sözden yola çıktığımızda uluslararası ilişkilerde kurulan dostluklar ve düşmanlıklarda beklenilen menfaati bireyselleştiren kişi siyasetçi, aynı menfaati toplumun geleceği ve gelecek nesillerin refahına dönüştüren kişi ise devlet adamıdır. 

    Bu doğrultuda ülkede yaşayan insanların mutluluğu, kalkınma planları ve her alanda gelişimi için bireysel amaç ve çıkarlar yerine toplumun menfaatleri düşünülmelidir. Toplumun menfaatini sağlarken de toplumda yaşayan bireylere sevgi ile bağlanıp adalet ile hükmedecek devlet adamları gerekir.

Farabi'nin söylediği gibi; "Toplum sevgi ile kaynaşır, adaletle yaşar, dürüst çalışmakla ayakta kalır."

24 Mayıs 2022 Salı

GÖK SULTAN




Güzel ülkemin insanlarının ağzından düşürmediği ama her ağzını açtığında ise bilgisizliğin buram buram hissedildiği 3 konu vardır. Tarih, din ve siyaset...

 

Ülkemizin çocuklarında, gençlerinde ve yetişkinlerinde bu üç konunun işleyişi ve öğretilişi maalesef içler acısı durumda...

 

Aslında bu içler acısı durumun tek suçlusu biziz, evet biz. Sorgulamayan, gözlemlemeyen, düşünmeyen biz ve hala bu alışkanlığı sürdürmek isteyen siz ve sizler...

 

Bizler sorgulamadık, sorgulamadık ki tarihi anlatmak kendini aydın zanneden şizofrenlere kaldı. Bizler sorgulamadık ki tarih anlatmak kendi geçmişine düşman bir yığına, ağzından salyalar akıtan ruhu düzüklere kaldı.

 

Son zamanlarda gördüğüm ve anlamlandıramadığım birkaç konu bu yazıyı yazmama vesile oldu.

 

Cennet Mekân Sultan Abdülhamid Han bir dönemin en stratejist aklı, yıldız istihbaratın en gizemli adamı, zeki, inançlı ama bir o kadar da yorgun bir kahraman doğrusu ile yanlışı ile bu memleket için mücadele etmiş saygı ve sevgiyi hak eden koca gök sultan, tarihimizin altın sayfalarında her biri birer kıymet olan atalar dergâhında bulunan her şahsiyete karşı beslediğimiz hissiyat gibi Ulu Hakan'a da sevgi, saygı ve hürmetlerimizi sunmak istiyoruz. Ama nedendir ki bazı tarihin cahili cühelâları bu konudan rahatsızlık duyuyor, azı dişlerini gösterip rahatsızlıklarını sergiliyorlar.

 

Rahatsızlığınızın sebebi nedir? Abdülhamid Han kimdir? Abdülhamid Han Osmanlı Devletinin en zor zamanlarında Devlet-i Ebed Müddet düsturu ile devleti 33 yıl ayakta tutandır, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini oluşturan ekonomi ve kalkınma projelerinin yegâne sahibidir.

 

Abdülhamid Handır ki eğitimcidir. Kurmuş olduğu eğitim kurumları ile bunu göstermiştir. Yukarıda az önce saymış olduğumuz tarih, din ve siyasetin en büyük dehasıdır.

 

O Sultan ki tarihi hepimizden iyi bilendir. Unutmamıştır devletin kuruluğu o mukaddes tarihi, unutmamıştır Ertuğrul Gazi'yi, Şeyh Edebali'yi ve unutmamıştır Söğüt'ü ve Söğüt'ün yiğit alpleri ve canını emanet etmiştir o yiğit alplere...

 

O Sultan ki sahipsiz bırakmamıştır İslam coğrafyasını, mazlumun karşısında eren zalimin karşısında alp olmuştur. İslam bayrağının o mukaddes gölgesinde tek yumruk olup inmek istemiştir. Hainin, zalimin, siyonistin tepesine...

 

Bir siyaset dehasıdır Abdülhamid Han, Almanı, İngiliz’i kimi bilmem ne gavur elleri gelip hayran olmuşlardır bu keskin zekaya ve o Sultan hep galip gelmiştir bu oynanan küresel satranç oyununda...

 

Şimdi gelelim bizim çocuklara hani tarih öğrendik diye etrafta dolaşan şu kendini aydın zanneden dalkavuklara...

 

Dünyanın en büyük ekonomik güçleri, büyük sermaye sahipleri, hanedanlar, kapitalizmin baş aktörleri hepsi bu ülkeye birşeyler dayattı ve belli konularda da başarılı oldular. En başarılı oldukları konu ise bizi biz yapan şanlı tarihimizi ikiye böldüler, tarihi kişileştirdiler, sen şu kahramanı sende şu adamı seveceksin dediler ve bizde dediklerini harfiyen yerine getirdik.

 

Günümüzde Cennet Mekan Sultan Abdülhamid Han içinde aynı senaryo oynanıyor. Onun bu memlekete bıraktığı her eseri görmezden gelenler ona Kızıl Sultan, İstibdatçı diye laflar söylüyor ve acziyetlerini dile getiriyorlar.

 

Türkiye'yi tek lokmada yutmaya çalışan kirli zihniyetin planı, tarihi keskin bir kılıçla ikiye bölmek bizi biz yapan ecdadımızı ve atalarımızın arasında üstünlük kavgası çıkartmaya çalışanlar ve maalesef bunun pesinde sürüklenen nice gençlerimiz ve yetişkinlerimiz...

 

Bu insanlara sormak istiyorum siz kimsiniz arkadaş nedir bu rahatsızlık, sizin tarihle ne alıp veremediğiniz var yoksa bu yaptığınız hadsizlik geçmişin intikamımı Yıldız Teşkilatı çok mu kovaladı yoksa sizin atalarınızı Payitaht da, yoksa siz Çırağan Sarayını basan ve kafası Yedi Sekiz Hasan Paşa tarafından paramparça edilen hain Ali Suavi'nin torunları mısınız ? Yoksa Tuna Nehrinin kıyılarında, Plevne de Gazi Osman Paşa'nın geçit vermediği işgalcilerin artıkları mısınız?

Kimsiniz siz? Aydın olmanın parolası ecdada küfretmek mi?

 

Kendinize gelin beyler! Söğütte devlet kuranda bizdik, Çanakkale' de Abdülhamid'in tabyalarında şehit düşende bizdik ve Kurtuluş Mücadelesinde Gazi Paşanın emri ile Ya İstiklal ! Ya Ölüm ! diyerek düşmanı bozguna uğratanda bizdik...

 

Hatalar elbette oldu kimse ismet sıfatına sahip değil kimse hatasız bir kul değil ama biraz tarihi araştırmak gözlemlemek lazım Abdülhamid döneminde toprak kayıpları oldu mu Meşrutiyetin ilk yıllarında tabii ki kayıplarımız oldu. Padişahın ilân etmek zorunda kaldığı Meşrutiyetin ilk döneminde Ahmed Mithat denilen kişilerin hataları ve onun kontrolünde olan meclisin kararları ile yapılan yanlışlıklar tabii ki de oldu.

 

Saltanatın ilk yıllarında Padişahın tek başına karar alamadığı Meşrutiyetin etkili olduğu yıllarda kayıplarımız oldu mu oldu. Tabii de toprak kaybetmedik diyemeyiz ama Abdülhamid Hanın saltanatının ilerleyen dönemlerinde bu memleket için yaptıklarını da elimizin tersi ile itemeyiz, görmezlikten gelemeyiz.

 

    Baskı, sansür ve zulümden bahsedenler, bu dönemde de kahrolsun istimdat diyenler Abdülhamid dönemini anlamadan  ezbere konuşan bir yığından ibarettir. Dönemin şartlarında Gök Sultanın gerçekleştirmiş olduğu çalışmalar güvenlik adına yapılmış olan ve o dönemde şart olan önlem niteliğindeki faaliyetlerdir. 


    Nizamettin Nazif  Tepedenlioğlu'nun İlan-ı Hürriyet ve Sultan II. Adbülhamid Han  Hatıraları eserinde Mustafa Kemal Atatürk ile arasında geçen şu diyaloglara yer vermiştir.  Abdülhamid Han'a yönelik ağır eleştirileri kaleme alan Tepedenlioğlu'ya karşı Atatürk şu ifadeleri kullanmıştır. 

    Hürriyetin ilan edildiği zaman küçük bir çocuk olman lazım. Fakat tebrik ederim o dönemi o günleri iyi canlandırıyorsun. Yalnız Abdülhamid'i sevmediğin belli Abdülhamid'i sevmeyebilirsin ama sakın hatırasına hakaret edeyim deme senin neslin daha temkinli karar vermeye alışmalı. 

    Bak çocuk! Tecrübe göstermiştir ki toprakları üstünde yaşayan insanlarının çoğunun ahvali meşkuk ve hudutları yalnız düşmanlarla çevrili bir büyük devlette Abdülhamid'in idare tarzı azami müsamahadır. Hele ki bu idare on dokuzuncu yüzyılın son yıllarında tatbik edilmiş olursa...

    Bu diyalogdan anlaşılmaktadır ki Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Abdülhamid Han'ın idare tarzının dönemin en müsamahalı ve hoşgörülü bir idare tarzı idi diyor

 

 Her şeyi bi kenara bırakarak sormak istiyorum, Abdülhamid Han sonrası peki ne oldu. Osmanlı hasta adam idi ama peki hasta adam Abdülhamid Han sonrası iyileşti mi yoksa hasta adamın tabutumu kalktı. Sormak istiyorum Abdülhamid Hanın arkasından yanlış yaptık diye gözyaşı dökenler yok muydu, yanlış yaptık Abdülhamid Hanı anlayamadık diyenler yok muydu?

 

Rıza Tevfik neden II. Abdülhamid Han'a yönelik pişmanlığını dile getirdiği Abdülhamid Han'ın ruhaniyetinden istimdat şiirini yazdı. 

 

Sonuç olarak hataları ve doğruları ile II. Abdülhamid bizimdir saygı ve sevgiyi hak eder nasıl Ertuğrul Gazi de bizim ise Abdülhamid de, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'te bizimdir. Hatta Abdülhamid Han'a karşı olan İttihat Terakkinin bedel ödemiş vatan evlatları da bizimdir.

Şimdi bu satırları okuyan herkes elini vicdanına koyup kendine sorsun bizim kim olduğumuz belli, peki tarihi şahsiyetlerimiz arasında üstünlük kavgası çıkarmak isteyen o, şu, bu ve onlar kim...

9 Mayıs 2022 Pazartesi

MEHDİ İÇİMİZDEKİ TEMBELLİK, TÜRK İSE BEKLENEN


Bir kurtarıcı mı beklemek gerek,  hazırcılık denilen illet ile yoğrulup yan gelip yatmak mı? Yoksa çalışmanın verdiği hissiyat ile yanmak mı?

 

Üstadın dediği gibi Devler gibi eser vermek için karıncalardan ilham alıp çalışmak gerekmez mi?  Kendi nefsimize uyup kendi ateşimize odun taşımak nasıl bir gafilliktir. Hedefsiz yürüyen nesil ile nasıl ulaşabiliriz kutlu mefkûreye,

 

Ham gelip Atalar dergâhında pişme niyeti kayboldu. Algılarla yönetilir oldu genç beyinler... Okumayan, araştırmayan ve duyduğuna inanan bir yığına sahip olmak istemiyoruz. 

 

Mücadeleci bir ruh gerekiyor ve her şeyden önce o ruhu şekillendirecek bir hedef, bir hareket noktası, bir istikamet, kutlu bir düş gerekiyor. Düşlerde Kızılelma'mız ama ulaşmak için bir çaba sarf ediyor muyuz?

 

Nedir Kızılelma ???

 

Zalimin kalbindeki korku, mazlumun yüreğindeki ümittir. Yeryüzünde inançla yaşama ve yaşatma davasıdır. Kızılelma düşsen bile tekrar ayağa kalmak, sendelesen bile yeniden yürümek, hatta ölsen bile dirilmektir.

 

Öncesinde anlattığımız gibi şeytanın insanoğlunu kandırdığı ilk yere en temiz ve saf halimize Allah’ın emirlerinin ilkine gelmektir Kızılelma

 

Hayalperest diyorlar bize, ulaşamazsınız diyorlar bir gün tek çatı altında kutlu sancak ile var olmayı özlüyoruz. Ama kimse bu düşe inanmıyor. Aslında bu duygu ve düşüncelere sahip olanlarında haklı sebepleri ve anlatıları mevcuttur.

 

 Haksız değiller Türk ve İslam dünyası eskisi kadar olmasa da hala belirli parçalarını birleştirebilmiş değil gidilecek çok yol halledilecek çok mesele var ekonomik güç, dilde fikirde birlik ve her şeyden önce mefkûre ve amaçta birlik gerek kardeşlikten öte geçmiş ile bağları koparmamak gerek, tarih bizi çağırıyor istesekte istemesekte gönül coğrafyamızda gözü yaşlı balalar, yüreği dağlı analar Türk sen özlenen ve beklenensin diyor.

 

Şairin dediği gibi

 

Bir Türk'ün gönlünde dağ varsa Balkan'dır, nehir varsa Tuna'dır.

 

Gönül coğrafyamızda geçmiş ile bağını koparmayıp, kökü mazide birer âti olan, milli şuurunu her daim uyanık tutan Türk beklenendir!

 

Büyük bir sorumluluğumuz var dünya mazlumları bizi bekliyor iken bizim gençliğimiz koşmak yerine yürüyor yürümek yerine bazen de emekliyor. Uçmak gerekiyor beyler uçmak gerekiyor.

 

Tarihin altın çağlarında Türk dediklerinde yalın kılıç yiğitler atlarını kanat edip bozkırı bir uçtan bir uca gezerlerdi. Ecdadın izinden gitmesi gereken gençlik Z diye isimlendirilip boş modernleştirilme ile köleleştirilemez.

           

Sadece günümüzün gençliği değil yetişkinlerde örnek olup yol gösterici olmuyor. Günümüzün çocuklarının eline kitap vermek var iken onların eline telefonlar verilip başlardan savılıyor aklı sıra çocuklar oyalansın diye ebeveynler kafa dinliyor. Sonra algılarla, stratejik mühendisliklerle yapılandırılan birçok internet uygulaması çocuklarımızı esir alıyor.

 

Peki sormak gerek büyüğü ile küçüğü ile tembellik zihinleri esir almış iken çalışmayan bir güruhu kim kurtaracak, coğrafyamızda mazlumlara üzülürken sadece onlarla birlikte ağlayacak mıyız yoksa kurtarıcı biz mi olacağız?

 

Oturup ahir zamanın habercisi kıyameti mi bekleyeceğiz yoksa Mehdi mi gelip bizi kurtarıp birleştirecek? Ebabiller mi gelip zalimlerin başını taşlayacak?

 

Böyle bir rahatlık ve beklenti olamaz.

Okuduğum bir kitapta yazar en içten şekilde anlatmış idi bu beyhude bekleyiş ve tembelliği.

 Satırlarda geçen cümleler aynen şu şekilde idi.

“Mehdi bizim tembelliğimizin adıdır. Mehdi elbette gelecektir. Ama Mehdi’yi beklemek değildir bizim meselemiz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) Mehdi’yi bekleyin demedi. Sadece geleceğini söyledi. O Mehdi gelene kadar aslında hepimiz zamanın ve yaşadığımız mekânın Mehdi’si olmalıyız.

 

 Günümüzün sahte Mehdileri gibi değil tabi ki, kendine ilahi emir geldiğini düşünen kendini sağda solda Mehdi ilan eden şaklabanlara da ihtiyacımız yoktur.

Niyetimiz bellidir. Kutlu Mefkûre yolunda Allah’ın buyrukları doğrultusunda şaşmamak büyüklenmemek, bulutların üzerinde yürümemek gerekir. Dikleşmeden dim dik durabilmektir mesele, mazluma karşı boynu eğik ama zalime karşı dili, yüreği ve tüm benliği ile dik durabilmektir.

Şimdi sen ebabilleri beklersin, gelsinler de şu zalimlerinin başlarına taş atsın diye umut edersin peki hiç düşündük mü? Ebabiller gelse bir avuç zalime mi yoksa onlara dur demeyen dilsiz şeytan olan kişilere mi o taşları atar?

Bu sorunun cevabı bellidir bizler hem kendimizi hem de gelecek nesli donanımlı bir şekilde geliştirmezsek taşlar bizim üstümüze yağacaktır. Ayrıca ebabil kuşlarına gerek kalmadan bilgisizliğin taşlarını birbirimize atmaktan geri durmayacağızdır.

Silahların değil artık donanımlı fikirlerin savaştığı 21. Yüzyılın dünyasında gençliğin en büyük Kızılelma’sı, en büyük hareket noktası İLİM’dir. Bilgi berekettir. Bu bereketin varlığını hissederek kendi tarihinden kopmayıp adım adım yürüyen bir nesil geleceğin en büyük mimarı olacaktır.

24 Nisan 2022 Pazar

TÜRKİYE KARŞITI 100 YILLIK BİR ÇARPITMA “1915 OLAYLARI VE ERMENİ TEHCİRİ MESELESİ

 


Geçtiğimiz yüzyıl tarihte birçok kırılma noktasının mevcut olduğu müstesna bir dönemdir. Bu yüzyılda dünya savaşları, yıkılan imparatorluklar ve devletler, değişen ve gelişen sınırlar ve tüm bu süreçler doğrultusunda yaşanan acılar ve hüzünler tarihin tozlu sayfalarında yerini almıştır.

 

Tarih 20. Yüzyılı tüm gerçekliği ile yazar iken gerçeklerden kaçıp farklı algı oyunları ile tüm gerçeklikleri çarpıtarak çıkar elde etmek isteyen kişi ve hatta devletler bulunmaktadır. Günümüzde her coğrafyada yaşanan acılar sadece tarih kitaplarında kalmamış anne ve babalar çocuklarına acıları ve hüzünleri anlatmış, bu hüzün dolu hikâyeler anekdotlar ve anılara taşınmıştır.

 

Kimi olaylar çarpıtmalar doğrultusunda çıkar elde etmek ve kirli siyasi oyunlara alet edilmek için gerçekliklerle bağlantıları kopartılmıştır.

 

1915 yıllarında Anadolu coğrafyası birçok hüzün yaşamıştır. Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya harbinde Çanakkale'de, Kafkasya'da, Hicaz, Filistin ve Irak'ta ve daha nice bölgede Anadolu insanı tarif edilmez acılar yaşamıştır. Tarih yaşanan tüm acılara ve yaşanmışlıklara şahit iken kimi kişiler, oluşumlar ve devletler ise tarihi olayları çarpıtmaktan geri durmamışlardır.

 

Bu çarpıtmaların en belirgin örneği ise 100 yıldır farklı söylemler ile bir Milleti suçlu ve günahkâr ilan etmek için adeta yarışa girenlerin her sene ısıtıp ısıtıp önümüze koydukları Ermeni meselesidir.

 

Kafkasya Cephesi'nde Osmanlı topraklarına saldıran Rus ordusu ile birlik olan kandırılmış Ermeni çeteleri tarafından maalesef arkadan vurulmuş olduk. Yüzlerce yıl aynı coğrafyada barış ve huzur içerisinde yaşamış olan insanları birbirine kırdırmak için adeta yarışa giren emperyalist güçler 1915 yıllarında belli grupları belli vaatlerle ( bu vaatler Doğu'da Ermenistan Devleti kurmak gibi) kandırarak silahlandırmış ve Anadolu insanı başta Erzurum, Kars, Van, Erzincan ve birçok bölgede katliamlara maruz kalmıştır.

Yaşanan tüm bu elim olaylar sonrasında Doğu Anadolu’da yaşanan çatışmalar sonucunda on binlerce insanımız hayatını kaybetmiştir. Düşman orduları ile birlik olan, çeteler kuran ve bu çetelere yataklık eden kişilere önlem olarak ve Doğu vilayetlerinde yaşayan sivil halkı korumak ve vatan savunması için bölgedeki Ermenilerin başka bölgelere taşınması doğrultusunda Sevk ve İskan Kanunu çıkartılmıştır.

Tehcir kararını döneminde uygulayan Talat Paşa ve Rauf Orbay arasında geçen anılardaki şu diyalog Sevk ve İskan Kanunun gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.

“Rauf Bey, düşmanlarımızın hatta dostlarımızın bizi şiddetle tenkit ve itham eyledikleri Ermeni tehciri meselesi de vardır. Fakat bizim yerimizde kim olsa idi, memleketin selameti namına bunu yapmaya mecburdu.

Düşünün bir kere; ordularımız, sayıca ve teçhizatça kat kat üstün düşman kuvvetleri karşısında adeta dişi ile tırnağı ile bir ölüm kalım mücadelesi yaparken vatandaş bildiğimiz Ermeniler, bütün menzil yolları boyunca silahlanıp ayaklanarak bizi arkadan vurmak maksadıyla düşmanla işbirliği yaptıkları zaman, bu unsuru harp bölgeleri dışına sevk etmekten başka bir çare tasavvur edilebilir miydi?

Görüldüğü gibi Birinci Dünya savaşı döneminde birçok alanda ve cephede mücadele veren ordumuz maalesef kışkırtılmış ve kandırılmış gruplar ve çetelerce arkadan vurulmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda Ermenilere yönelik alınan tehcir kararı bir saldırı ve soykırım değil bir önlem niteliğindedir.

Söz konusu bu tehcir hamlesini hem döneminde hem de günümüzde farklı devletlerin algısı ve çarpıtmaları ile bir soykırım diline dönüşerek tarihi bir yalan olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu yalan birçok sömürgeci devlet tarafından Türkiye’ye karşı her zaman siyasi bir hamle olarak kullanılmış ve bu meselede Türkiye her zaman haksız çıkartılmaya çalışılmıştır. Tehcir kanunu ile başka bölgelere zamanında sağ salim yerleştirilen insanlara soykırım yapıldığına dair gerçekle alakası olmayan iddialar ortaya atılmıştır. Bu iddialarda hala devam etmekte ve adeta tarih ile dalga geçilmektedir.

 

Türkiye defalarca kez bu yalan sahiplerine arşivleri açalım komisyonlar kuralım tarihçiler, akademisyenler ve bilim insanları ile araştıralım teklifini sunmuş ama ne hikmettir ki bu iddiaları atanlar asla bu teklife yanaşmamışlardır.

 

Çünkü tarihin tozlu sayfalarında gerçek apaçık ortadır.

 

1828-1829 dönemi Osmanlı-Rus savaşı döneminde binlerce Müslüman Anadolu insanının Doğubeyazıt'ta Rusların kışkırttığı Ermeni çeteler tarafından katledilmesi tüm kanıtları ile arşivlerimizdedir. Yüzlerce yıldır "Millet-i Sadık’a" olarak nitelendirdiğimiz Ermenilere söylenen yalanlar ve yaşanan tüm olayların sorumlusu tarihte net bir şekilde bellidir.

 

Tehcir kanunu ile başka bölgelere taşınan Ermenilerin güvenliği yine bu süreçte en iyi şekilde sağlanmıştır. Mal ve diğer varlıkları, eşyaları koruma altına alınmıştır. Döneminde yaklaşık 300 bin Ermeni’de tehcirden muaf tutulmuştur.

 

Tehcir sırasında Ermenilere kötü davranan, mallarını gasp eden ve bu yolculukta ölümlere de neden olanlar ise 1915-1916 yıllarında vilayetlerde kurulan Divan-ı Harplerde yargılamışlardır. Görüldüğü üzere Ermenilerin o dönemdeki haklarıda güvence altına alınmıştır.

 

Başta Ruslar ve diğer emperyalist ülkelerin kışkırtmaları ile doğu bölgesinin Ermenilerin hakkı olduğunu iddia edenlerin bölge nüfusunun yüzde 80-90'nın Müslüman kesimden oluştuğunu çok iyi bilmektedirler. Tarihte Türklere çamur atarcasına söylenen soykırım yalanlarının failleri açık bir şekilde ortadır.

 

Türkler tarafından değil ama kandırılmış ve bazı münferit gruplar tarafından kandırılmış ve beyin yıkama operasyonu gerçekleştirilmiş kişilerin Anadolu’da, Kafkasya’da ve tüm gönül coğrafyamızda yaptığı insanlığa sığmayacak zulüm ve katliamların izi ve acısı hala yüreklerimizde tazeliğini korumaktadır.

Dönemin en büyük şahitlerinden olan Kazım Karabekir'in anıları soykırımın gerçek faillerinin kim olduğunu acı bir şekilde göstermektedir. Kazım Karabekir'in kızı Timsal Karabekir'in babası ile ilgili anlattığı anılar tarihe büyük bir anektoddur.

 

Babamın anılarında çok çarpıcı, çok yürek burkan anılar vardır. Bir anısı şöyledir.

 

"Erzurum'a o kadar çok yaklaşmıştım ki zaten biraz daha geç kalsam içeride kurtaracak can bulamayacaktım. Sanki ölüler mezarlardan fırlayacak gibiydiler. Erzurum'a insanlar beni gülerek karşılıyordu dişlerini görecek mesafedeydim. Biraz daha yaklaştığımda ortada bir gayri tabiilik hissettim. Bu insanlar hiç kımıldamıyordu.

Biraz daha yaklaştım ve dehşetle gördüm ki bu insanlar Ermeniler tarafından canlı canlı kazıklara oturtulmuştu. Ve ısdıraptan çehreler kasılmış öylece can vermişlerdi.

 

İşte bu acı dolu anılarda o dönemlerde yaşanan vahşetin ve zulmün varlığını net bir şekilde göstermektedir ki hiçbir insanlık kitabına sığmayacak davranışları sergileyenlerin kimliği ve faili bellidir.

 

Tarih tozlu sayfalarına zalimleri ve faillerini yazmıştır. Peki bu zalimleri savunan ve kendini aydın zannedenleri tarih ve vicdan hangi sözcüklerle hangi köşeye yazacaktır. Sadece statü elde etmek ve batının gözüne girmek için kendi atalarına hakaret edenler tarihin sayfalarında değil dipsiz kuyularında ve çöplüğündedirler. Türkiye aleyhine Ermeni Soykırımı kabul edilsin diye naralar atanların sözleri kendi tasmalarını tutan efendilerini memnun etme çabalarının bir göstergesidir.

 

Rus ve Ermeni kaynaklarında ve arşivlerinde de savaş esnasında başta İstanbul ve Batı vilayetlerinde de 300 bini aşkın Ermeni’nin sağ salim yaşadığı ortadır.

 

Soykırım kelimesi Türklerin ne geçmişinde var olmuştur ne de geleceğinde vukuu bulacaktır. Tüm bu kaynaklar doğrultusunda hala Ermeni Soykırımı iddialarını ortaya atanlar zamanında haksız hak iddiaları ile topraklarımıza göz dikenler, milli mücadelemiz ile tokat yiyenlerdir. Bu iddia sahipleri zamanın da Kızılderilileri topraklarından alıkoyanlardır. Bu iddia sahipleri Hiroşima’yı kasıp kavuranlar, Orta Doğu'nun petrolünü ve tüm zenginliğini semirenlerdir.

 

Tarih boyunca dünyanın kalbi Anadolu üzerinde kirli emellerini gerçekleştirenler birlik ve beraberlik için de yüzlerce yıl yaşamış insanları birbirine düşürenlerin kirli emelleri hala devam etmektedir. Hiçbir zamanda bu emellerinden vazgeçmeyeceklerdir. 

 

Bize ve gelecek nesle düşen en önemli görev ise tarihi gerçek anlamda okumak ve kendini aydın zanneden 21. Yüzyılın misyonerleri ve jakobenlerine fırsat vermemektir. Atalarımızın tarih boyunca kullandığı birleştirici ve bütünleştirici dili korumak ve gönül coğrafyamızda yaşayan her insana ırk, dil, din ve renk ayırt etmeksizin sevgi dili ile konuşabilmektir. Çünkü Çamda bizim Kozalakta bizimdir

19 Nisan 2022 Salı

ZEKÂTIN SOSYAL VE EKONOMİK YAŞAMA KATKISI

 


“Bize dünyada da âhirette de iyi ve güzel olanı takdir buyur. Şüphesiz biz sana yöneldik, senin yolunu tuttuk.” Allah şöyle buyurdu: “Azabım var, onu kimi dilersem onun başına dolarım. Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Fakat rahmetimi özellikle bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize iman edenlere nasip edeceğim.”

                                                     A'raf 156


Rahmetinden sual olunmayacak 11 ayın Sultan'ı Ramazan'ı Şerif-i iftarı ile, sahuru ile, orucu ve zekatı ile ardımızda bırakıyoruz. Allah daha nice Ramazan aylarını ve Ramazan Bayramlarını bizlere nasip eylesin.

Ramazan ayı her ne kadar toplumun manevi yaşantısında çok önemli bir yere sahip olduğu gibi toplumun maddi yaşantısına da çok büyük bir katkısı vardır. Ramazan aylarında insanların gelenek ve göreneklerini hatırlamaları sosyal yardımlaşmaya ve aile hayatına ve aile ilişkilerini sağlamlaştırma çabaları bunun en güzel örneklerini teşkil etmektedir.

Ramazan ayında tutmuş olduğumuz oruçlar hem bizlere kulluk görevimizi Allah(C.C) rızasını kazanma isteğimizi ön plana koymakla birlikte dünyanın birçok köşesinde açlıkla ve yoklukla mücadele eden insanların halini bir nebze anlayabilmeyi de öğretiyor.

Yüce dinimiz İslam ve yol rehberimiz İlahi Kadim Kuran'ı Kerim bizlere hem şahsi hem de içinde yaşadığımız toplumda nasıl örnek bir insan olmamız gerektiğini çoğu Ayeti Kerim'de bize anlatmaktadır. Sosyal, Hukuk, İdare alanında birçok bilgi ve yaşanmışlıklar içeren Kadim Kitabımız ekonomi ve iktisadi hayatta da bize yol göstermektedir.  Şüphesiz bu Ramazan ayında ve normal zamanlarda da vermiş olduğumuz zekâtlar hem toplumsal dayanışma açısından hem manevi yönden insanlık değeri anlayışından hem de iktisadi yaşama katkısı bakımından çok önemli bir yeri teşkil ediyor. 

Zekât vermek öncelikle İslam’ın en önemli beş temel esası olmak ile birlikte hem Allah rızasını kazanmak hem de zor durumda kalan insanlara bu mübarek Ramazan ayında yardımcı olmak ile birlikte iktisadi yaşamada katkı sağlamaktadır.

İktisadi düzene vermiş olduğu katkıyı en basitinden şu şekilde özetleyecek olursak yoksul sınıfa verilecek olan zekât öncelikle bu yoksul kesimin gelirlerini arttıracaktır. Geliri artan bu sınıf ihtiyaçlarını karşılamak için öncelikle tasarruf yapmaktan daha öncelikli olarak harcama yapacaktırlar tabi ki harcamaların artması ile birlikte fabrikaların üretim stokları azalma durumunda olacağı için fabrikalar üretim düğmesine basacaktırlar ve verilen Zekâtlar hem kişilerin ihtiyaçlarını karşılarken hem de ekonomiye katkı sağlanacaktır ama zekâtlar yoksul olmayan insanlara verilecek olsaydı o zaman bu paralar tasarruf da duracak ve ekonomiye katkı sağlamayıp yastık altında duracaktı. Zekâtında bu yüzden sadece yoksul kesime verilmesi gerekliliği dinimizce de üstünde durulmuştur.

Kur’an-ı Kerim, iman esasları üzerinde duran ilk âyetlerden itibaren zekâtla aynı çerçevede değerlendirilebilecek noktaların altını çizmiştir. Yoksulu doyurmak, yetime kol kanat germek, köle âzat etmek bunlardan bazılarıdır (Müddessir 74/44). Bütün bunları, toplumda varlık ve gelir düzeyi bakımından dezavantajlı kesimlerin kollanması ve eşitsizliklerin giderilmesi olarak değerlendirmek mümkündür (Kahf, 2001: 1).

Mekke’nin ilk döneminde başlayan bu vurgunun ilerleyen dönemlerde sistematik bir şekilde arttığı görülür. Öncelikle yetimin veya yoksulun doyurulması emredilirken ikinci aşama olarak müminlerin mallarında fakirlerin haklarının bulunduğu belirtilmiştir (Meâric 70/24-25). Son aşama olarak ise zekât, hicretin ikinci yılında farz kılınmıştır. Zekâtın farz kılınmasına giden bu sürecin inanç esaslarının vurgulandığı ilk âyetlerden itibaren yoğunluk kazanması, zekâtın toplumda birliği ve dengeyi sağlayan, eşitsizlikleri ortadan kaldıran yönü göz önünde bulundurulduğunda daha iyi anlaşılmaktadır (Yılmaz&Sırım, 2017).

                                                                                                  

                                                                                                             GÜRKAN DANIK