21 Ekim 2025 Salı

“Misak-ı Milli’nin Akdeniz’deki Yankısı: Kıbrıs Türk’ün Namus Sancağıdır”

Kıbrıs… Türk’ün Akdeniz’e açılan kapısı, Mavi Vatan’ın kalbinde atan bir sancak.

Her dalgası bir şehidin nefesiyle kabaran bu ada, sadece bir toprak parçası değil; milletimizin haysiyetinin, mazlumun ahının, tarihimizin izzetinin mührüdür.

19 Ekim’de yapılan seçimlerle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yeni bir dönem başladı. Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri Tufan Erhürman, resmi olmayan sonuçlara göre cumhurbaşkanlığı yarışını kazandı.

Yeni bir sayfa açılıyor belki; lakin bu sayfada mürekkep henüz kurumamış, satır aralarında tarihî uyarılar gizlidir.
Erhürman, seçim sonrası yaptığı konuşmada Türkiye ile eşgüdümlü bir dış politika yürüteceğini söyledi. Ne var ki, Kıbrıs meselesine yaklaşımında “federasyon” vurgusu, geçmişin acı sayfalarını bilenler için dikkatle okunması gereken bir cümledir. Çünkü bu topraklarda federasyon masallarıyla kandırılmış, kandırıldıkça da Rum zulmünün gölgesinde varlık mücadelesi vermiş bir milletin hatırası hâlâ sıcaktır.

Rum kesiminde İsrailin Doğu Akdeniz’de kurmaya çalıştığı askeri ve istihbari yapılanma, sadece bir “güvenlik işbirliği” değil; Türk varlığını kuşatma, Mavi Vatan’ı zincirleme teşebbüsüdür. Kıbrıs’ın güneyinde yükselen her radar, Türk’ün ufkuna çevrilmiş bir nişangâhtır.
Bu yüzden Kıbrıs’ta görev alan her lider, önce şu hakikati bilmelidir:

Kıbrıs Türk’ün sancağıdır; bu sancak yere düşerse, Mavi Vatan karanlığa gömülür.
Bugün bazı çevreler “federasyon” diyor, “ortak gelecek” diyor. Oysa tarihin kayıt defteri, Rum’un Türk’e reva gördüğü mezalimi hâlâ kanla mühürlemiştir. Çocukları süngüleyen, köyleri ateşe veren, camilere saldıran zihniyet değişmemiştir; sadece maskesini yenilemiştir.

Eğer bir gün Kıbrıs’ta Türkiye’siz bir yönetim hayal edilmeye kalkışılırsa, bu sadece bir gaflet değil, bir intihar olur. Çünkü Kıbrıs, Anadolu’nun nefesidir; oradaki bayrak dalgalanmazsa, Toroslar’daki taş bile hüzünle susar.

Sayın Devlet Bahçeli Beyfendinin söylediği gibi:
“Tarih coğrafyaya dar geldiğinde, Misak-ı Milli uyanmalıdır.”

Evet, eğer şartlar öyle bir noktaya varır ki Kıbrıslı Türklerin egemenliği tehdit altına girer, Türk’ün sancağı gölgelenirse; o vakit Kıbrıs’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne katılımı bir tercih değil, bir zaruret, bir kader emri olur.
Yeni cumhurbaşkanının önünde çetin bir yol var. O yolun taşları şehit kanıyla döşenmiş, uyarı levhaları tarihin kendisi tarafından yazılmıştır.

Diyalog olur, müzakere olur; ama asla taviz olmaz, asla Türkiyesiz bir Kıbrıs olmaz.
Unutulmamalıdır ki:
Milletini unutan liderin ufkunu başkaları çizer.
Tarihini unutan devletin kaderini ise başkaları yazar.

Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır.
Mavi Vatan’ın ufkunda o sancak sonsuza dek dalgalanacaktır.

GÜRKAN DANIK 

2 Ekim 2025 Perşembe

Gazze’nin Ablukası, Sumud’un Cesareti ve Gizliliğin Hikmeti

 


Dünyada taklit edilemeyecek tek şey vardır: cesaret. Bu cesareti gösterenler, Sumud filosuna katılan yürekli insanlar oldu. Başta Türkiye’den olmak üzere dünyanın dört bir yanından gelen aktivistler, mazlum Gazze halkının sofrasına bir parça ekmek, bir damla su koyabilmek için hayatlarını ortaya koydular. Onların cesaretine, onların fedakârlığına şükran borçluyuz. İsrail’in acımasız ablukası karşısında Gazze’nin ışığını söndürmeye çalışan zalimlere rağmen, o gemiler birer umut kandili gibi dalgaları yarıp ilerledi.

Ama hakikati söylemekten geri duramayız: Sumud’un başına gelen, daha önce nice yardım filosunun başına gelenin aynısıdır. Aynı zulüm, aynı kuşatma, aynı acımasız engelleme… Bu noktada bize düşen, sadece şükran sunmak değil, aynı zamanda aklımızı işletmektir. Çünkü merhameti olan kalpler kadar strateji bilen akıllar da bu mücadelede şarttır.

Tarih bize yol gösterir. Birinci Dünya Savaşı’nda ve Millî Mücadele yıllarında Anadolu’nun her karışında gizli yollar, görünmez kervanlar, sessiz kahramanlar vardı. Cephelere silah, cephaneye mermi, askere ekmek ulaştırmak, bugünün Gazze’sine yardım ulaştırmaktan daha kolay değildi. Ama Teşkilat-ı Mahsusa’nın sükûnetle, gizlilikle, sabırla yürüttüğü faaliyetler, cephelerdeki iman ateşini diri tuttu. Bir köyün ahırından bir cephane sandığı, bir kayığın altına gizlenmiş bir mermi kutusu, Anadolu’nun mukaddes varoluşunu besledi. O gün başarılmışsa, bugün de başarılabilir.

Bugün ise ne yazık ki medyanın göz önünde yaşanan bir gösterisine dönüştürülen yardım çabaları, çoğu zaman hedefini şaşırıyor. Filoların nereden, nasıl, ne zaman hareket edeceği, hangi limana varacağı adeta bir canlı yayınla ilan ediliyor. Bu, İsrail için altın tepside sunulmuş istihbarattan başka bir şey değildir. Maalesef bazen Kendi elimizle kendi yardım gemilerimizi kurban ediyoruz. Oysa Gazze’nin umuda ihtiyacı var,

Evet, dünyaya sesimizi duyurmak önemlidir. Lakin her faaliyetinde stratejik temele ihtiyacı vardır. Medya, Gazze’nin çığlığını dünyaya yaymalı; ama aynı medya, yardımın hangi saat, hangi liman, hangi rota ile yola çıkacağını ilan etmemelidir. Bu, bir yardım değil, bir ihbardır. Gerçek yardım, sessizce, gizlice, hedefine ulaşandır. Tıpkı gecenin karanlığında yol alan bir milis kafilesi gibi; tıpkı denizin dalgalarıyla sırdaş olmuş bir kayık gibi.

İsrail’in zulmünü kınamak boynumuzun borcudur. Gazze’nin çocuklarını açlığa, susuzluğa mahkûm eden, onları ölüme terk eden bu insanlık dışı abluka karşısında susmak, insan olmanın şerefine ihanettir. Lakin sadece kınamak değil, daha akıllı ve daha stratejik bir yol bulmak zorundayız. Sumud filosunun gösterdiği cesaret bize umut verdi, lakin bundan sonrası için o cesareti gizlilikle, stratejiyle birleştirmek şarttır.

Gazze’ye yardım etmek, bir basın toplantısı değil; bir iman mücadelesidir. Tarih bize öğretmiştir ki, zaferi sadece cesurlar değil, aynı zamanda akıllılar kazanır. Bugün bize düşen görev, Sumud’un cesaretini gizli, etkili ve stratejik teşkilatlanmalar ile buluşturmaktır. Çünkü Gazze, sadece yardım beklemiyor; aynı zamanda akıl, sabır ve strateji de bekliyor.