Kûtül-Amâre bir toprak parçası değildir sadece. Bir direniştir, bir haykırıştır. Çanakkale’den sonra küllerinden doğan bir milletin yeniden şahlanışıdır. Bu zafer, ne sadece bir askeri başarıdır ne de sadece bir taktik zaferi. Bu zafer, imkânsızlıkların içinde yeşeren bir imanın, ümmete yitirilen onurun iadesidir. Çünkü o mermi sandıklarını minber bilen ecdad, şehadeti Resul'e kavuşmak sayan bir imanla yürümüştü bu yolda.
Halil Paşa… Adı tarihe altın harflerle yazılmış, yüreğiyle coğrafya çizen komutan. Gözlerinde ümmetin yükü, ellerinde milletin kaderi. Kût’ta sadece bir düşmanı değil, bir zilleti de kuşattı. İngiliz birlikleri sadece teslim olmadı; Batı’nın doğuya giydirmeye çalıştığı esaret gömleği orada yırtıldı.
Zaferin adı Kûtül-Amâre idi, ama onun içeriği çok daha derin: Diriliş, şahlanış, hatırlayış...
Unutulmuş sandığımız kutlu ideallerin, Kızılelma’nın yeniden ufukta belirdiği andı o. Kızılelma… Yalnızca bir fetih değil, bir diriliş ülküsüdür. Kimi zaman İstanbul, kimi zaman Roma, kimi zaman göklerin ötesinde bir dava. Kûtül-Amâre, işte bu kutlu yürüyüşün çarpan yüreğidir.
Bugün Kût’ta Halil Paşa’nın sesini duymayan kulak, yarını okuyamaz. Bugün o kuşatmayı yalnızca strateji zanneden göz, milletin yürüyüşünü göremez. Çünkü o gün, millet kendi içine yürüdü. İmanına, tarihine, özüne yürüdü.
Ve şimdi bizlere düşen, bu zaferi unutmamak değil; unutturmamak. Çünkü zafer yalnızca kazanıldığında değil, hatırlandığında da yaşar.
Kûtül-Amâre Zaferi’nin yıl dönümünde, Halil Kut Paşa’yı, adını bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün aziz şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyoruz. O minberlerden yükselen ezan, o mermi sandıklarında dile gelen iman, hâlâ içimizde yankı buluyorsa, bu millet hâlâ dimdik ayaktadır.
