25 Mart 2025 Salı

Vandallığın Maskesi: Özgürlük Perdesinin Ardındaki Kaos


Özgürlük… Ne büyülü bir kelime! İnsanlık tarihi boyunca zalimlerin de mazlumların da dilinden düşmeyen, kimi zaman kılıçla, kimi zaman kalemle savunulan bu kelime, bugün ne yazık ki kirli ellerde bir kamuflaja dönüşmüş durumda. Bir idealin, bir adalet arayışının değil, sokakları yangın yerine çeviren bir vandallığın kalkanı olmuş.


Demokrasi mi dediniz? Hangi demokrasi? Kamu binalarını ateşe veren, polisleri taşlayan, masum insanların ekmek kapısını yağmalayan o güruhun yaptığı mı demokrasi? Hayır! Bu, düpedüz barbarlık! Tarihin karanlık dehlizlerinden fırlamış, uygarlıkla hiçbir bağı kalmamış bir akıl tutulması.

Ve her defasında aynı sahne… Birkaç marjinal, birkaç kaos simsarının kışkırtmasıyla başlar bu oyun. Önce “hak arıyoruz” derler, sonra şehirlerin üzerine karanlık bir gölge gibi çökerler. Çöp konteynerleri barikata, kaldırımlar cephaneye dönüşür. Maskelerin ardına saklanan yüzler, kendi halkının güvenliğini sağlayan polislere saldırmayı "direniş" sanır. Onlara göre devlet otoritesi yok edilmesi gereken bir düşmandır, düzen bir hapishane, yasa bir pranga…

Ama sormak lazım: Bugüne kadar hangi medeniyet taş üzerine taş koyarak değil de taş atarak yükseldi? Hangi hak arayışı, başkasının hakkını çiğneyerek bir kazanıma dönüştü? Demokrasi dedikleri şey, sadece seslerini duyurmak için değil, başkalarının yaşam hakkını korumak için de vardır. Ama ne yazık ki özgürlük ve demokrasi, bu çetelerin elinde birer propaganda aracı haline gelmiş, hakikatin üzerini örten bir sis perdesine dönüşmüştür.

Hatırlayın! Fransız Devrimi’nde özgürlük naraları atanların, ertesi gün giyotin meydanlarında kan gölü oluşturduğunu… Hatırlayın! Bahar sandığınız isyanların, ülkeleri nasıl paramparça ettiğini, milyonlarca insanı yerinden yurdundan ettiğini… Özgürlük diyerek gelenlerin nasıl despotlara dönüştüğünü hatırlayın!

Bugün de aynı oyun sahnede. Senaryoyu yazanlar, perde arkasında kahkahalar atarken, figüranlar sokaklarda devletin otoritesine meydan okuyor. Ama bilmezler ki devlet, bir çınar gibidir. Rüzgarlar onu sallayabilir, dallarını kırabilir ama kökleri sağlam olan bir çınarı yerinden sökemezler. Türkiye, bu tür sokak mühendislerinin oyunlarına düşmeyecek kadar büyük bir devlettir. Tarih boyunca nice isyanları, nice provokasyonları atlattı ve her seferinde daha güçlü ayağa kalktı.

Özgürlüğün de, demokrasinin de bir ahlakı vardır. Özgürlük, başkasının hakkını gasp etmek değil, ona saygı duymaktır. Demokrasi, taş atarak, ateş yakarak, güvenlik güçlerini linç etmeye çalışarak değil, fikirle, akılla ve medeniyetle savunulur. Ama anlaşılan o ki, bazıları ne medeniyeti bilir, ne ahlakı… Onlar için tek gerçek, kaostur. Ve kaos, hiçbir zaman bir toplumu ileri götürmemiştir.

Son söz… Tarih bu kirli oyunları çok gördü. Her defasında sahneye yeni kuklalar sürüldü, yeni maskeler takıldı. Ama gerçek değişmedi: Devlet yıkılmaz, millet kandırılmaz! Ve en önemlisi, kirli ellerin özgürlük diye sunduğu kaos, sonunda her zaman gerçek adalet duvarına çarpar.

Cemil Meriç’in dediği gibi:
"İlim cehaletin, fikir dogmatizmin, ışık karanlığın düşmanıdır. Ve medeniyet, yangın çıkaranlarla değil, o yangını söndürenlerle inşa edilir!"

17 Mart 2025 Pazartesi

Hayal Kurmak: Gerçeğin Tohumu

 


Tarih, hayal kuranların mülküdür. İnsan aklına düşen her büyük değişim, her kutlu fetih, her medeniyet inşası önce bir hayal ile başlamıştır. Hakikatin kapısı, ancak hayali olanların önünde aralanır. Türk Milleti, tarih sahnesine çıktığı günden bu yana hayallerini istikamet bilmiş, Kızılelma uğruna nice seferlere çıkmış, olmaz denileni oldurmuş, mazluma kardeş, zalime ise yıkılmaz bir kale olmuştur.


Kızılelma… Sadece bir hedef değil, bir ruh, bir ülkü, bir inançtır. Gök kubbenin altında özgürlüğü ve adaleti arayan her Türk, bu idealin bir neferidir. Oğuz Kağan'ın hayali, Bilge Kağan'ın öğüdü, Fatih’in fethi, Yavuz’un yürüyüşü hep bu ideallerin ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Hayal kurmak, sadece bir anlık dalgınlık değildir; gerçeğin ilk adımı, kaderin çağrısıdır.

Hakikat, ona inananların peşinden gider. Kendi hayalini kuramayan, başkalarının rüyasında figüran olmaya mahkûmdur. Oysa biz, hayalleriyle çağ açıp çağ kapatan bir milletin çocuklarıyız. Bizim için hayal, sadece bireysel bir tutku değil, milletin kaderini şekillendiren bir kudrettir. Şayet bir idealin uğruna yanmazsan, eğer bir sevdanın, bir davanın, bir vatanın hasretiyle içini kor ateş sarmıyorsa, sen henüz yaşamaya başlamamışsın demektir.

Sevmek de bir hayaldir, lakin kuru bir hülya değil, hakikatin en derin tezahürüdür. İnsan, sevdiği için hayal kurar, onunla bir ömür boyu aynı yolda yürümeyi diler. Gerçek sevda, gönlün en saf köşesinde filizlenir ve Allah rızası için sevmenin şuuruyla büyür. Bir yâr için yanmak, onun için mücadele etmek, onu kazanmak için hayal kurmak, tıpkı vatan ve bayrak aşkı gibi kutlu bir istikamettir. Çünkü hakiki sevgi, fedakârlık ister; meşakkate talip olanın yüreği, aşkın kor ateşinde yanar ve ancak bu yangın, insanı hakikate ulaştırır.

Zamanın girdabında savrulan, yönünü yitiren nesillerin en büyük kaybı, hayal kurma kudretini yitirmeleridir. Oysa hayal, insanın iradesini bileyen, onu mücadeleye çağıran bir sestir. Ecdadımız, hayal edip yola çıkmasaydı, bu kutlu toprakları bize vatan kılamazdı. Bugün, ayak bastığımız her karış toprak, bir idealin, bir hayalin, bir fedakârlığın eseridir.

Dünya, iyilerle kötülerin mücadelesine sahne olmaya devam ediyor. Bizlere düşen, hayallerimizi kaybetmemek, ideallerimize sımsıkı sarılmak ve büyük yürüyüşümüze devam etmektir. Zira tarih, yalnızca düşünenlerin, mücadele edenlerin ve hayal kurmaktan vazgeçmeyenlerin mirasıdır.

Gürkan DANIK